Bugün MUBI'de "Karanlık Kız" isimli bir film izledim. ABD ve Yunanistan ortak yapımı filmin yönetmeni Maggie Gyllenhaal. Esasen filmi izlememin nedeni Olivia Colman idi. Kendisini yıllar önce çok severek izlemiş olduğum Broadchurch isimli diziden hatırlarım. Çok yetenekli bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. Denk geldikçe de dizilerini, filmlerini izlemeye çalışıyorum.
Film; Napoli romanları adı ile ün yapmış Elena Ferrante'nin bir kitabından ilham almış. Napoli romanları hala çok okunan eserlerin başında geliyor. Ben okumadım fakat pek çok yerde duyduğum için aşinayım.
Film, aslında annelik üzerine eğilmiş ve bizim tarih boyunca kutsadığımız annelik kavramını ve annelerin anneliğe yaklaşımlarını çok güzel irdelemiş. Kültürümüzün kadınlar ve anneler üzerinde oluşturduğu tahakkümü çok ağır bulurum hep. Özellikle bizim gibi toplumlarda kadın olmanın yükü zaten başlı başına ağırken, bir de üzerine annelik kimliği eklenince var olmak adına yarattığı yükü tahmin edebiliyorum.
Film boyunca Leda'nın hafızasına ve annelik deneyimine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz aslında. Bu yolculuk sırasında Leda'nın kariyeri, eşi ve çocukları arasında yaşadığı bölünmüşlük ve kendini bu sorumluluklar altında giderek yok oluyor hissedişi beni etkiledi. Leda'nın, filmin bir sahnesinde esasen çocukların yıkıcı bir sorumluluk getirdiği şeklinde bir yorumu vardı. Sanırım filme dair beni sorgulamaya iten de bu basit ve kısa gibi görünen ama bir o kadar derin tanımlama oldu. Ancak yetişkin olduğumuzda edindiğimiz bazı kimliklerin bize uygun olmadığını fark edebiliyoruz. Düşünmeden ya da kültürel öğretilerle çıktığımız evlilik, annelik ve babalık yolculuğu bir bakıyoruz ki hayal ettiğimiz gibi gitmiyor. Dengeler değişiyor, eşler değişiyor ama çocukların sorumluluğu hiçbir zaman değişmiyor. Ta ki, çocuklar birer yetişkin olana kadar.
Filmde kullanılan oyuncak bebek ve portakal imgeleri de çok hoşuma gitti. Bu iki imge aslında anneliğe dair güzel mesajlar veriyor. Çocukken portakal yemeyi sevmezdim. Tadını beğenirdim ama portakalı soymak ve sonra kirlenen ellerimi yıkamaya gitmek bana zulüm gibi gelirdi. Annem soyup verdiğinde ise mutlu olurdum. Benim de çocukluğa ve anneme dair imgelerimden biridir portakal. Bir de annemin en büyük zaaflarından birinin portakallı kurabiye olması da var tabi.
Filmi izledikten sonra edindiğimiz herhangi bir kimliği kutsamanın ya da alaşağı etmenin de bir anlamı olmadığını düşündüm kendi kendime. Kutsanmış olan şeylerin sorunlu taraflarını görmeye meyilli değilizdir genelde, kutsanan şeyin kutsal olmasından gelen bir "her haliyle kabul" durumu söz konusudur. Oysaki her hali ile kabul etmek sağlıklı değildir, bağımlı kılabilir, zaman içinde zarar verebilir. Anneliğe de böyle bakmak lazım sanırım. Kutsamadan, annenin de bir birey olduğunu unutmadan, hataları, eksikleri ve yanlışları ile kabul ederek...
Bazen babamın yerine beni annemin terk edip gitmiş olduğunu düşünüyorum. Sanırım daha fazla yara alırdım. Diğer türlüsünü deneyimlemedim ama çocukken annemin varlığının bile içimi ısıtmaya yettiğini, bana kendimi güvende hissettirdiğini hatırlıyorum. Kısacası karanlık taraflarımız var, bunlarla yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Kimi daha fazla karanlık olsa da...
2 yorum:
gece gece kızımı uyutmaya çalışırken bir yandan bir şeyler okumak istedim ve karşıma bu yazın çıktı sevgili Beyaz.
Varoluş sancıları ve annelikle ilgili sıkıntılı bir dönemden geçiyorken tam da bu yazının denk gelmesi tesadüf olamaz sanırım.. Olivia'yı ben de Broadchurch'ten beri çok severim denk geldikçe dahil olduğu yapımları izlemeye çalışırım. Bu film de listemdeydi aslında ancak bir yandan da bendeki bazı kötü hisleri tetikleyebileceğini düşündüğümden izlemeye bir türlü gitmiyor elim. Sanırım bu hafta cesaretimi toplayıp izleyeceğim:)
Ferrante'ye gelince özellikle kadınların iç dünyasını, farklı yaşam koşulları ve farklı toplumsal kimliklerdeki kadınları incelemek açısından çok çok başarılı bir yazar. Kitap okumaya vakit ayıramayıp akıcı bir şeyler okuyayım diye elime aldığım Napoli serisi hayran olduğum bir deneyime dönüştü. Kesinlikle tahmin edilenden çok daha derin bir yazar olduğunu düşünüyorum, edebi olarak kalemi kesinlikle güçsüz değil ancak beni en çok etkileyen insanları betimleme yeteneği oldu. Karanlık Kız'ı okumadım belki de filmden önce onu okumak daha da iyi olabilir çünkü yazarın gerçekten çok sinematik bir yazım yeteneği var.
Yine çok konuştum:) Film önerisi için çok teşekkürler. Pevase kadar olmasa da İtalya'nın modernleşme çağında özellikle de bu siyasi buhranlardan sonra kenarda kalmış işçi sınıfı ve orta sınıf halkın yaşadıklarına tanıklık etme açısından ben de Ferrante öneriyorum sana mutlaka;)
sağlıcakla kal
Dr.eamer,
Seni burada görmek ne kadar güzel, yazdıklarını görünce çok mutlu oldum. Karanlık Kız bir anne için daha farklı duygular uyandırabilir diye düşünüyorum, ben de izlerken kendi annemin gözünden bir şeyler yakalamaya çalıştım. Birey olmaya dair de çeşitli fikirler veren bir filmdi bence. Olivia Colman da o kadar güzel işlemiş ki içinde bulunduğu durumu, gerçekten bir kez daha oyunculuğuna hayran kaldım. Kadın olmanın dışında bir anne olmak, sanırım bizlerin de siz anneler dışında tam olarak anlayabileceği bir şey değil. Bu var oluş sancılarımız hiç dinmeyecek gibi fakat her zaman bir yolunu bulup her sıkıntılı dönemin üstesinden geldiğini biliyorum. Yine öyle olacaktır elbet.
Ferrante'yi bu seneki okuma listeme alıyorum o zaman :)
Yorum Gönder