Geçtiğimiz hafta İskoçya'ya bir okul gezisi düzenledik. Ben de sorumlu öğretmenlerden biri idim. Bir bilim gezisiydi, sanıyorum okullar arasında da klasikleşmiş bir program. Batı Avrupa'ya ve bu kadar kuzeye ilk gidişimdi. Konakladığımız otel Edinburgh'da çok merkezi bir noktadaydı. Edinburgh Orta Çağ'dan kalmış gibi bir şehir, müthiş bir mimarisi var ve belli ki bu mimariyi çok iyi korumuşlar. Gezi programımız epey dolu idi, ben de bu vesile ile pek çok yeri görme şansı elde ettim. Sorumlu olduğum öğrencilerimi yatırdıktan sonra her gece yürüyüşe çıktım. Ellerim ceplerimde, kulağımda hafif bir müzik uzun uzun sokaklar boyunca yürüdüm. Gün içindeki yorgunluktan sonra hem tek başıma olmak hem de sessizce yabancı bir ülkenin sokaklarında keşfe çıkmak beni çok mutlu etti. Kendimi olabildiğine özgür hissettim.
Ziyaret ettiğimiz şehirler arasında Glasgow ve Falkirk de vardı. Glasgow da Edinburgh'dan bazı izlenimler taşısa da bana daha Batılı daha modern mimarili bir şehir gibi geldi. Zaten tarihten beri bir sanayi şehri olarak bilinir. Edinburgh ise bütünüyle tarih kokan bir şehir. Glasgow'da çocuklar aktivitede iken serbest zamanım oldu. Kendime bir kahve alıp kanal boyunca epey yürüdüm. İstanbul'da hiç yürümediğim kadar yürüdüm sanırım gezi boyunca. İster istemez yaşadığımız ülke ile karşılaştırdım. Burada, yaşadığım muhitte yürüyebileceğimiz doğru düzgün alanlar bile yok. Her şey benim için çok hızlı, gürültülü ve kaotik. Fakat başka bir yaşamın da olduğunu gördüm. Bu içimi biraz burktu açıkçası. Gezdiğim şehirlerdeki yavaşlık, her şeyin olağan akışı ve ritmi ile ilerliyor olması, kimsenin koşturmuyor olması, trafiğin olmaması ve insanların bakışlarına takılmaksızın keyifle dolaşılabiliyor olması müthiş geldi bana. Ne yazık ki biz bunlara aşina değiliz.
Bazı ülkeler bazı şehirler vardır, kendinizi oralara ait hissedersiniz, sanki yuvaya geri dönmüş gibisinizdir. Ayrılmak zor gelir, uzaklara gitseniz de her daim burnunuzda tüter. Bu birkaç günlük gezi bende böyle bir his bıraktı. Orada yaşıyor olduğumu düşündüm, hiç gerçekleşmeyecek hayaller kurdum. Kendimi çocukluğumdan beri bir yere ait hissedemem. İstanbul'da doğmuş, hemen ardından ailesinin memleketine geri dönmüş bir bebek. İlk çocukluk yıllarını bambaşka bir ilde geçirmiş, derken ilkokul bitmeden yeniden memleketine geri dönmüş. Ardından üniversite için İstanbul'a gelmiş ve iki, üç senede bir İstanbul içinde semt semt ev ev gezmiş... Tam olarak nedeni bu olmayabilir ama sanki köklerimi arıyor ve bulamıyor gibiyim. İnsanın kendini yaşadığı yere ait hissedememesi çok ağır bir his. Nedense bu kısa gezide kendimi oralı gibi hissettim, sanki hep aradığım tek başınalık, başkasının sorumluluğunu taşımıyor olma hissi ve özgürlük birleşmiş ve beni kucaklamış gibiydi. Nefes alabildiğimi hissettim, çok uzun zaman sonra mutlu da olabildiğimi gördüm. Her güzel şey gibi bu da son buldu tabii, İstanbul'a dönüş, bunalımlar, ağır iş yükü, içe dönüş. Belki bir gün yeniden aynı duyguları yaşayabilir, belki hayatımı kendim için şekillendirebilirim. Belki bir gün yeniden daha mutlu olabilirim. Kim bilir.
2 yorum:
Edinburg'un kısacık zamanda bile bu hissi vermesi ne iyi olmuş... Umarım başarırsınız tüm güzel dileklerinizi gerçekleştirmeyi sevgili Beyaz Ciklet.
Sadece C.,
Güzel dileğiniz için çok teşekkür ederim :)
Kim Bilir,
Sanırım ben de dönmezdim :)
Yorum Gönder