Bir kuyudan bir kuytuya ilerliyor ve düzenin içinde sarsılır adım sürgit harabeye koşuyoruz. Dünyaya dair tam olarak hissettiğim, algıladığım bu. Yaşama dair, yaşıyor olmaya dair her bir kelam benim için manasından ırak, kırık dökük.
Bu sabah kahvaltıda annemle hasbıhal ettik biraz, çaylarımız hazırdı elimizde. Geçmişten konuştuk, eski insanlardan. Konak insanlarından, ahşap evlerin kenar mahallelerinde yaşayan öteki insanlardan. Geçmişten hikayeler çıkardı bana sandığından, en çok bu zamanlarımızı seviyorum zaten. Geçim derdinin bu kadar büyük olmadığı yıllar, telaşın az olduğu, eski bahçelerinde sohbet ederek yaşayan insanların hatıralarından konuştuk.
Daha eski yılları ancak okuyabiliyorum, devir o devir değil. Biz de o devrin insanları değiliz, bir mazi sevdalısı olmak da değil mesela, tümden yeniyi yok etmek de değil. İstediğim eski yıllara uzanmak, eski bir evin bahçesinde, güneşin altında uzanmak. Belki bir tarlada çalışmak, ürün toplamak, hasat başında beklemek. Zamanı kovalamadan, iliklerime kir işlemeden çalışmak, yaşamak.
Çınarların bile kuruduğu, yeşilin dal kestiği bir dönemde yaşanabilir ne kaldı eskilerden geriye? Bir bilmece elbet sorular, cevapları güldürü niteliğinde. Bizimkiler ise ağlamaklı, hep içimizde.
Devrile devrile istenç de yok oldu, sadece koşturmak kaldı geriye. Zamanı kovalamak saatlerin ardından... Bir bahis meselesine, bir ladese takılı kaldı her şey. Ya hep ya hiç. Arası, ortası, oluru kalmadı hiçbir şeyin. Konuşmak nafile, susmak lazım. Hep susuyor başka zamanın çocukları...
16 Eylül 2018 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
Sanırım ben de başka zamanın çocuklarındanım...
Bu Eylül akşamı esintisi bizlere, başka zamanın çocuklarına gelsin o zaman...
Yorum Gönder