Yaşam, peşinden koştuğumuz o şey değil. Planlar ve programlar da yaşam sayılamaz, gün içi rutinimiz hiç sayılamaz. Öyleyse yaşam nerede ve biz bu yaşamın neresindeyiz?
Esasen ölümlü olmanın ızdırabını yaşıyoruz hepimiz. Nereye koysanız sığamıyorum şu günlerde. Bu bir bunalım hali değil de, tanıma hali. Kimi mi? Kendimi.
Önceden kendimle fiziki açıdan daha ilgiliydim, şimdilerde hiç umursamıyorum. Bir süredir kellik başladı, önceden çok korkardım kel kalmaktan. Dün gittim saçlarımı üç numara kestirdim, tepesi belli olmaya başlamış. Sanırım birkaç seneye kadar epey gidecekler. Gitsinler, gidenler de kalanlar da kabulümüz.
Dirlik, sürmece, koş, debelen ve durul. Bunların hepsini toplayınca (türevleri ile birlikte çokça ifade edilebilir) yaşamınız çıkıveriyor ortaya zeytinyağı gibi. Bir müddet bekliyorsunuz, bir müddet sonra da bekleyeceğiniz bir şey kalmıyor. Beklenti kalmıyor. Beklentilerin narsisistik olduğunu düşünüyorum tıpkı herkes tarafından sevilme isteği gibi. İstemek, arzu, beklemek bunların hepsi narsisizm ile ilgili bana kalırsa. Diğer türlü insan niye beklesin ki?
Bugün çok yağmur yağdı, öğle arasında okulun bahçesine çıktım. Çam ağaçlarının dallarından toprağa dökülen şeffaf damlaların temizliğini izledim. Uzun süredir ıslanmamıştım, hiç umursamadım. Yere doğru çömelip böceklere yuva yaptım ıslak topraktan. Ellerimi açıp gözlerimi kapadım uzun süre. Yağmur damlalarını ilk kez bu kadar yakından hissettim belki de. Gözlüklerimi de çıkarıp kafama taktım, etrafı göremeyeyim ki sadece bulunduğum ana odaklanabileyim diye. Çekinmesem ayakkabılarımı da çıkaracaktım, o da bir başka zamana artık.
Günyüzü, değerler, hayaller, bir yığın umut kırıntısı ve geriden baktığımız kendimiz. Biz bunlar değiliz, ben bunlar değilim. Kabul etmiyorum. Ben doğayım, ben bilmeyenim, hem de hiçbir şeyi. Bilen kimse yok, vasıflar yok, gürültü yok. Yalnızca yağmur var, toprak var, ıslanmak var, kurumak var bir de. Orada bir yerde bir şeyler var, belki de sen var. Bir de senden gayrısı var.
29 Mayıs 2018 Salı
21 Mayıs 2018 Pazartesi
Sayılı Gün
Bugün okulun kütüphanesinden yazıyorum, klasik bir nöbet. Birkaç öğrenci ders çalışıyor, ben de bilgisayarımı açıp ufak tefek notlar düşeyim dedim buraya. Bu yeşillik alandaki son zamanlarım, sayılı gün kaldı. Çocuklar, çam ağaçları ve bir sürü şey.
İşsiz kalacağım dönemde okuyabilmek için kitap alıp duruyorum şu sıra. Parasızken kitap almam çok kolay olmayacak, biraz stok mantığı. Bir kısmını şimdi alacağım pahalı olan bir kısmını da tazminatımı alınca.
Şu sıralar sevdiğimiz başka bir şehirden ev bakıyorum. Şöyle küçük, annemle bize yetecek kadar. Bir oda ve bir salon. İstanbul'dan gitmek niyetindeyiz. Bir süre başka bir il, tanımadığımız bir şehir sanki bize daha iyi gelecek. Yazın epey koşturmacalı geçecek sanırım. O sıcaklarda o şehirden o şehire nasıl taşınacağız bilemiyorum lakin bir şekilde hallolacaktır. Şehir adı vermeyeyim, sürpriz olsun.
Uzun zamandır takip ettiğim The Handmaid's Tale'in de ikinci sezonu başladı. Biraz bölümler biriksin öyle izleyeyim diyordum ama dayanamadım ilk bölümü izledim. Güzel bir sezon olacağa benziyor. Başkaca takip ettiğim bir dizi yok.
Şu sıralar Başka Sinema'da filmler izliyorum. Bir süre önce Bütün Saadetler Mümkündür'ü izledim. Birkaç gün önce de Hemşire'yi izledim. Genelde Kadıköy Sinemasında izliyorum. Oradan da Nazım'a geçiyorum çay içmeye, güzel oluyor.
Yavaş yavaş İstanbul'a veda ediyor gibiyiz, içim bir tuhaf, yine de her şey normal. İnsan belirli bir yaştan sonra gitmelere ve kalmalara daha kolay alışıyor sanırım. Azıcık daha zaman, az biraz daha.
İşsiz kalacağım dönemde okuyabilmek için kitap alıp duruyorum şu sıra. Parasızken kitap almam çok kolay olmayacak, biraz stok mantığı. Bir kısmını şimdi alacağım pahalı olan bir kısmını da tazminatımı alınca.
Şu sıralar sevdiğimiz başka bir şehirden ev bakıyorum. Şöyle küçük, annemle bize yetecek kadar. Bir oda ve bir salon. İstanbul'dan gitmek niyetindeyiz. Bir süre başka bir il, tanımadığımız bir şehir sanki bize daha iyi gelecek. Yazın epey koşturmacalı geçecek sanırım. O sıcaklarda o şehirden o şehire nasıl taşınacağız bilemiyorum lakin bir şekilde hallolacaktır. Şehir adı vermeyeyim, sürpriz olsun.
Uzun zamandır takip ettiğim The Handmaid's Tale'in de ikinci sezonu başladı. Biraz bölümler biriksin öyle izleyeyim diyordum ama dayanamadım ilk bölümü izledim. Güzel bir sezon olacağa benziyor. Başkaca takip ettiğim bir dizi yok.
Şu sıralar Başka Sinema'da filmler izliyorum. Bir süre önce Bütün Saadetler Mümkündür'ü izledim. Birkaç gün önce de Hemşire'yi izledim. Genelde Kadıköy Sinemasında izliyorum. Oradan da Nazım'a geçiyorum çay içmeye, güzel oluyor.
Yavaş yavaş İstanbul'a veda ediyor gibiyiz, içim bir tuhaf, yine de her şey normal. İnsan belirli bir yaştan sonra gitmelere ve kalmalara daha kolay alışıyor sanırım. Azıcık daha zaman, az biraz daha.
18 Mayıs 2018 Cuma
Boşluk
Son zamanlarda değişik bir his var bünyemde. Ne olup bittiği üzerine kafa yoruyorum haliyle, kocaman bir boşluk hissi bu. Sanki farkına varmak gibi, varlığımın aynı anda da yokluğumun. Dünyada ne yapıyor olduğum ile ilgili kafa yoruyorum çocukluğumdan beri. Ne istiyorum, niçin buradayım ve nereye yol alıyorum? Bunlar kendimize sorduğumuz çetin ve çetrefilli sorulardır. Cevap bulamayız, bulur gibi oluruz kötü hissederiz, nihayetinde düşünmeyiz.
Üç yıldır güzel para kazanıyorum, ülkenin en iyi okullarından birinde öğretmenlik yapıyorum. Ben çalışmaya başlayana kadar varsıl bir hayatımız olmadı, orta gelirli bir aile de olmadık. İşçi emeklisi bir annenin tek oğluyum. Sobalı, eski bir evde doğdum ve büyüdüm. Annem emekçi, yıllarca çalıştı. Sonra hastalandı, derken ben okudum okullar bitirdim, diplomalar aldım. Küçük ilçemizden İstanbul'a taşındık. Yeni, temiz, havuzlu mavuzlu bir dairede oturuyoruz. Hiçbir zaman çok para kazanmak gibi bir idealim olmadı, tek derdim mesleğimi yapabilmek ve bize yetecek kadar para kazanabilmekti. Hepsi gerçekleşti. Peki ya şimdi? Az önce saydığım şeylerin hiçbiri mutluluk vermiyor. Herkes deli misin böyle bir iş ve maaş bırakılır mı dedi, bıraktım. İstifa ettim. Üç ay sonra işsiz, maaşsız ve ne olacağımı bilmediğim bir vaziyetin içine yatay geçiş yapacağım.
Okullar kocaman bir yalan, diplomalar yalan, çalışmak yalan, ömür boyu aynı işi yapıp emekli olmayı mı beklemem gerekiyor? Kendimi gerçekten ne zaman bulacağım? Ne para istiyorum, ne statü ne de buna benzer bir sürü yalan şey, hiçbirini istemiyorum.
Tam da anlatmaya çalıştığım bu boşluk işte, mülkiyetini edindiğim her şeyi bir bir elimden çıkarıyorum, sade belki de çırılçıplak kalmak istiyorum. Tıpkı Diriliş'in Prens Nehlüdov'u gibi.
"Çok başarılı bir hukukçu oldu, muhteşem bir doktor, çok büyük bir yönetici olmak üzere, yurt dışında doktora yapmış..." eee, peki ya sonra? Bunları olunca, büyüklü büyüklü sıfatları ismimizin önüne yerleştirince mutlu mu oluyoruz? Kendimize ulaşabiliyor muyuz? Ne yazık ki hayır, dahası bunlar olurken kendimizi bir bir yitiriyoruz.
Belki de Babalar ve Oğullar'daki Bazarov'a o kadar çok kızmama rağmen artık hak vermem gerekiyor. Eugene Ionesco'nun bir çeviri konuşmasını dinlemiştim. Hiçlik üzerine konuşuyordu, şimdi aklımdan tekrar geçiriyorum.
Belki de son kez bir deneme yapıp ikinci üniversite olarak felsefe okumam gerekiyor. Ya da ne bileyim, bundan sonrası için hiçbir şey yapmamam gerekiyor. Başkasının işinde çalışmak, sigorta, prim, ev almak, kıyafet almak, emeklilik, bireysel emeklilik, para biriktirmek, yatırım yapmak hepsi toptan mide bulandırıcı.
İşte içimdeki boşluk, hem bu kadar net hem de bu kadar karmaşık.
Üç yıldır güzel para kazanıyorum, ülkenin en iyi okullarından birinde öğretmenlik yapıyorum. Ben çalışmaya başlayana kadar varsıl bir hayatımız olmadı, orta gelirli bir aile de olmadık. İşçi emeklisi bir annenin tek oğluyum. Sobalı, eski bir evde doğdum ve büyüdüm. Annem emekçi, yıllarca çalıştı. Sonra hastalandı, derken ben okudum okullar bitirdim, diplomalar aldım. Küçük ilçemizden İstanbul'a taşındık. Yeni, temiz, havuzlu mavuzlu bir dairede oturuyoruz. Hiçbir zaman çok para kazanmak gibi bir idealim olmadı, tek derdim mesleğimi yapabilmek ve bize yetecek kadar para kazanabilmekti. Hepsi gerçekleşti. Peki ya şimdi? Az önce saydığım şeylerin hiçbiri mutluluk vermiyor. Herkes deli misin böyle bir iş ve maaş bırakılır mı dedi, bıraktım. İstifa ettim. Üç ay sonra işsiz, maaşsız ve ne olacağımı bilmediğim bir vaziyetin içine yatay geçiş yapacağım.
Okullar kocaman bir yalan, diplomalar yalan, çalışmak yalan, ömür boyu aynı işi yapıp emekli olmayı mı beklemem gerekiyor? Kendimi gerçekten ne zaman bulacağım? Ne para istiyorum, ne statü ne de buna benzer bir sürü yalan şey, hiçbirini istemiyorum.
Tam da anlatmaya çalıştığım bu boşluk işte, mülkiyetini edindiğim her şeyi bir bir elimden çıkarıyorum, sade belki de çırılçıplak kalmak istiyorum. Tıpkı Diriliş'in Prens Nehlüdov'u gibi.
"Çok başarılı bir hukukçu oldu, muhteşem bir doktor, çok büyük bir yönetici olmak üzere, yurt dışında doktora yapmış..." eee, peki ya sonra? Bunları olunca, büyüklü büyüklü sıfatları ismimizin önüne yerleştirince mutlu mu oluyoruz? Kendimize ulaşabiliyor muyuz? Ne yazık ki hayır, dahası bunlar olurken kendimizi bir bir yitiriyoruz.
Belki de Babalar ve Oğullar'daki Bazarov'a o kadar çok kızmama rağmen artık hak vermem gerekiyor. Eugene Ionesco'nun bir çeviri konuşmasını dinlemiştim. Hiçlik üzerine konuşuyordu, şimdi aklımdan tekrar geçiriyorum.
Belki de son kez bir deneme yapıp ikinci üniversite olarak felsefe okumam gerekiyor. Ya da ne bileyim, bundan sonrası için hiçbir şey yapmamam gerekiyor. Başkasının işinde çalışmak, sigorta, prim, ev almak, kıyafet almak, emeklilik, bireysel emeklilik, para biriktirmek, yatırım yapmak hepsi toptan mide bulandırıcı.
İşte içimdeki boşluk, hem bu kadar net hem de bu kadar karmaşık.
11 Mayıs 2018 Cuma
Baskı
Bu aralar moralim pek yerinde değil, hiçbir şey yapmıyorum desem yeri var. Saatlerce uyuyorum. Moralim yerinde olmadığı zaman tüm alışkanlıklarımı da aksatıyorum, hemen fiziksel bir belirti veriyor bende stres. Göz kapağımda yine şişmeler başladı. Damlaların sayısı arttı, aman aman bir durum yani.
Çalıştığım okulda sorunlar giderek büyümeye başladı. İstifa etmiş olduğum halde üstelik bir ay sonra okullar kapanacak olmasına rağmen müdür yardımcımın baskısı ile karşı karşıyayım. Sebebini hiçbir şekilde kavrayamıyorum, son yaptığımız toplantıdan sonra aynı bölümde çalıştığım birkaç arkadaşımla konuşmama kararı aldım. Muhtemelen ortada benimle ilgili asılsız şeyler dönüyor. Öğrencilerle uğraşacağımıza nelerle uğraşıyoruz!
Bu haftanın başında beni çirkin bir üslupla azarlamaya kalktı kendisi, ben de üst mercilere hakkında şikayette bulundum. Hoşlarına gitmeyen birkaç gerçekten bahsedince yıllardır iyi iken kötü oluverdim. Resmen bir savaş halindeyim, neredeyse kimseyle konuşmuyorum, üç arkadaş kaldık birbirimizi anlayan ve destekleyen. Herkes herkes hakkında tonla şey konuşuyor, ne biçim bir düzen anlayamıyorum.
Haftaya bir toplantım olacak şikayetimle ilgili. Çok önemli bir sonuç çıkacağını düşünmesem de çirkin söylemler karşısında susup oturmak istemiyorum. Okulun son ayı resmen bir savaş ortamında geçecek.
Bazen düşünüyorum, keşke kendi işim olsaydı. Karışanım, edenim olmasaydı. Az çok kendi hesabımı bilir, kimseyle can sıkıcı diyaloglara girmek zorunda kalmazdım. Beş yıllık iş hayatımdaki yıpranma payımı düşünmek dahi istemiyorum. Bedenim de sinyal veriyor üstelik.
Son bir aya girdik, ha gayret diyorum kendime. Su gibi gelsin geçsin, biraz nefes alayım.
Çalıştığım okulda sorunlar giderek büyümeye başladı. İstifa etmiş olduğum halde üstelik bir ay sonra okullar kapanacak olmasına rağmen müdür yardımcımın baskısı ile karşı karşıyayım. Sebebini hiçbir şekilde kavrayamıyorum, son yaptığımız toplantıdan sonra aynı bölümde çalıştığım birkaç arkadaşımla konuşmama kararı aldım. Muhtemelen ortada benimle ilgili asılsız şeyler dönüyor. Öğrencilerle uğraşacağımıza nelerle uğraşıyoruz!
Bu haftanın başında beni çirkin bir üslupla azarlamaya kalktı kendisi, ben de üst mercilere hakkında şikayette bulundum. Hoşlarına gitmeyen birkaç gerçekten bahsedince yıllardır iyi iken kötü oluverdim. Resmen bir savaş halindeyim, neredeyse kimseyle konuşmuyorum, üç arkadaş kaldık birbirimizi anlayan ve destekleyen. Herkes herkes hakkında tonla şey konuşuyor, ne biçim bir düzen anlayamıyorum.
Haftaya bir toplantım olacak şikayetimle ilgili. Çok önemli bir sonuç çıkacağını düşünmesem de çirkin söylemler karşısında susup oturmak istemiyorum. Okulun son ayı resmen bir savaş ortamında geçecek.
Bazen düşünüyorum, keşke kendi işim olsaydı. Karışanım, edenim olmasaydı. Az çok kendi hesabımı bilir, kimseyle can sıkıcı diyaloglara girmek zorunda kalmazdım. Beş yıllık iş hayatımdaki yıpranma payımı düşünmek dahi istemiyorum. Bedenim de sinyal veriyor üstelik.
Son bir aya girdik, ha gayret diyorum kendime. Su gibi gelsin geçsin, biraz nefes alayım.
4 Mayıs 2018 Cuma
İç Sönüklüğü
Bu aralar hiç yazasım gelmiyor, boş bir sayfayı açıp uzun uzun baktıktan sonra kapatıyorum. Canım sıkkın. Bazı nedenler var ama hepsi bunlar değil. İnsanda sürgit bir iç bunalımı olur ya, sebebini bilip tartamazsınız bir türlü. Onun gibi bir şey işte. Bazen dışarıda, çevremde çok enerjik insanlar görüyorum. Nasıl yani diyorum, bu insanlar nasıl bu kadar enerjikler? Şaşırıyorum.
Benimse tek dileğim okuldan eve gelince oturup kitap okumak, sessizliği dinlemek. Birkaç şeyi bir arada yapabilecek enerjim olmadı hiç. Durgunluk, sükunet hakim bünyemde. Bazen kendimden de sıkılıyorum sanırım.
Okulda işler karışık, öğretmenler birbirine girdi. Ben de susamadım, herkes de birbirine küstü. Şaka gibi, ben insanları ömrüm boyunca anlayamayacağım sanırım.
Bir boşluk hakim, genelde o boşluğu bir şeylerle doldururum, herkes gibi. Bu aralar pek dolmuyor, duygusal şarkılar dinleyip karanlıklarda oturasım geliyor. Oturuyorum da. Anneme fenalık geldi ışıksızlıktan.
Şöyle bir his var, sanki hayatta yapmak istediğiniz her şeyi yapmışsınız da geriye bir şey kalmamış gibi. Ne istiyorsun diye soruyorum kendime, cevabını bulamıyorum. Ne yapmalı bilemedim ya da ne yapmamalı.
Her şeyden de bezilmez ki yahu, en sevdiğim şey olan okuma eyleminden bile bezmek üzereyim. İki haftadır elimdeki İletişim baskılı Madam Bovary bile helak oldu. O son elli sayfa bir türlü bitmiyor. Şimdiye neler neler okumuştum oysa.
Evde oturacağım bir hafta sonu tatili daha başladı. Elli metrekare evde elli adım falan atarım herhalde bu hafta sonu da. Daha fazla iç karartmadan gideyim en iyisi, oryantalist bir şeyler dinleyeyim. Mezdeke falan belki. Şaka şaka.
Benimse tek dileğim okuldan eve gelince oturup kitap okumak, sessizliği dinlemek. Birkaç şeyi bir arada yapabilecek enerjim olmadı hiç. Durgunluk, sükunet hakim bünyemde. Bazen kendimden de sıkılıyorum sanırım.
Okulda işler karışık, öğretmenler birbirine girdi. Ben de susamadım, herkes de birbirine küstü. Şaka gibi, ben insanları ömrüm boyunca anlayamayacağım sanırım.
Bir boşluk hakim, genelde o boşluğu bir şeylerle doldururum, herkes gibi. Bu aralar pek dolmuyor, duygusal şarkılar dinleyip karanlıklarda oturasım geliyor. Oturuyorum da. Anneme fenalık geldi ışıksızlıktan.
Şöyle bir his var, sanki hayatta yapmak istediğiniz her şeyi yapmışsınız da geriye bir şey kalmamış gibi. Ne istiyorsun diye soruyorum kendime, cevabını bulamıyorum. Ne yapmalı bilemedim ya da ne yapmamalı.
Her şeyden de bezilmez ki yahu, en sevdiğim şey olan okuma eyleminden bile bezmek üzereyim. İki haftadır elimdeki İletişim baskılı Madam Bovary bile helak oldu. O son elli sayfa bir türlü bitmiyor. Şimdiye neler neler okumuştum oysa.
Evde oturacağım bir hafta sonu tatili daha başladı. Elli metrekare evde elli adım falan atarım herhalde bu hafta sonu da. Daha fazla iç karartmadan gideyim en iyisi, oryantalist bir şeyler dinleyeyim. Mezdeke falan belki. Şaka şaka.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)