Bazen gitmek istiyorum ama nereye gidebileceğimi bilmiyorum. Zihnimde, kalbimde sıkışan ve durmadan beni bunaltan bir his var. Sanki yaratıcı bir kaygı halinin gerginliği, üzerime eğilen kocaman bir gölge. Bu kadar genç bir yaşta neden bu kadar yorgunsun diye soruyorum kendime? Geçmişle olan bağım, geleceğe bakma ve umut etme kabiliyetinden yoksun oluşum ve elbette birtakım rasyonel sebepler bu durumun müsebbibi.
Yorgun hissetmem çalışıyor olmamdan kaynaklı değil, yaşamın kendisinden kaynaklı. Günlük rutinleri sürdürmek, sabahtan akşama kadar bir sürü insanla iletişim kurmak zorunda olmak ve benzerleri. Kocaman bir oyunun içinde, sürüklenip durduğumuz bir kurguda hareket etmeye çalışıyor gibiyiz. Nesne hareket etmiyor, insan ise sürekli deviniyor. Bu açıdan nesne ile insan arasında hiçbir bağ olmadığını düşünüyorum. Böyle bir bağ olmamasına rağmen, giderek nesneleştiğimi hissediyorum. Yaşamak çok ağır bir deneyim, başlı başına çok zor. Düşüncelerimi bu durumun içinde saklı tutmaya çalışmıyorum, bunları derinden hissediyorum.
İnsan olmak üzerine bir şeyler söylemeyeceğim, zaten bir sürü insan tasarrufsuz sözcükler sıralamış bu konu ile ilgili. İçimdeki bu ağır yükün geçmesi gerekir mi, daha fazla hafiflemem, bunun için çalışmam gerekir mi bilmiyorum. Zihnim çok karışık, hissettiklerimi tanımlamakta güçlük çekiyorum fakat diğerleri gibi de yaşayamıyorum. Her şey, özellikle de insan ilişkileri çok sahte geliyor bana. Bu oyunun içinde yer almak zorunda olduğum her an bu döngüden çok rahatsız oluyorum, kendime de ihanet etmiş gibi hissediyorum. Diğer insanların dert edindiği şeyleri bir türlü dert edinemiyorum kendime. Dünyevi şeyler ile meşguliyet, ruh ile meşguliyetten daha kolay olsa gerek. Kolay olanı seçmek ise ondan daha kolay olsa gerek. Bu kolay ile yaşarken insanlar, belki de en doğrusunu yapıyorlar. Yükten kaçıp, pahada hafif olanı tercih ediyorlar. Gözleri ise madden pahada en ağır olanda. Sonrası ise derin bir uyku, ne kaldı elinizde?
İçimi, iç dünyamı seviyorum esasen. O sessiz adamı, gözleyen, susan, konuşmayan, okuyan, değerlendiren, sorgulayan, bir boşluğun içinde anlam bulmaya çalışan adamı. Fakat bir yerde tıkanıyorum, bir yerde diğerleri daha mı doğru yapıyor diye düşünüyorum. Şeylerin sessizliği, beni bir köşede kendimle baş başa bırakıp yoğun bir gürültüye uzanıyor. Bense elimde kalan kendim ile yeni bir zihinsel mücadelenin içine giriyorum. Niyetim kendimi kaybolup giden zamana eş tutmak değil, bizzat zaman ile makul olmak, zamandan bir parça taşımak.
Bir gün herkesten uzak bir yerlere gitmeyi düşlüyorum. Pek düş kurmasam da, tanımlayamadığım bir yerleşimin içinde yalnızca kendime ait bir tahayyül eşliğinde gökyüzüne baktığımı, bir kedinin başını okşadığımı, istemediğim hiçbir şeyi, işi yapmak zorunda olmadığımı, kendi varlığımı, var oluşumu doyasıya hissedebildiğimi hayal ediyorum. Tüm bunları çıkardığınızda, geriye özgürlük denen bir şey kalmıyor. Bunca düzen, bunca yasa, bunca kural, bunca rutin, bunca ritüel; hepsi ölüm kaygısından mütevellit. İnsanın en belalı illeti, oysa çekincem bundan değil. Bir gün karanlığa karışacağımı biliyorum; maddi karanlığa giderek yaklaşırken, isteğim biraz daha uzaklaşmak. İçime çektiğim herhangi bir nefesi, gerçekten kendim olarak duyumsamak.
İçimdeki hüzün sabaha erdiğinde, gündüzün düşü geceye karıştığında ve yüzümü güneşe dönüp derin bir nefes aldığımda, her şey bitecekmiş gibi. Bu ağırlıktan kurtulup, sonsuz bir yolculuğa çıkacakmışım gibi. Bu sefer olacakmış gibi.
2 yorum:
Merhaba,
Sıkmak istemeyiz. Ancak son paragraf endişelendiriyor işte.
Kendinizi tahlil ederken, içinizdeki karışıklığın ne vâdeye kadar böyle gideceğini sorduğunuzda size "Olgunlaşacaksın, böyle hissetmeyeceksin, lezzet alacaksın..." diyecektik.
Onlarca yazınızda sorduğunuz bütün soruların ve andığınız bütün dertlerin her birinde içimizden geçen hep tasavvufun hepsine cevap verdiği oluyor. Bu da oraya itildiğinizi düşündürüyor.
Sorun şu: günümüzde ahâlînin herhangi bir meselede saf gerçekliğe erişebilmesi, tabiatıyla tam doğru bilgiyi bulması problemli ve sizin için de geçerli. Fakat tasavvufta bu kişiye bırakılmaz, arayan bulur, buldurulur. Ama hâl-i hazırda zihninizde birikmiş ve bir peşin hükmü doğurmuş bilgi kırıntıları bunun böyle olduğunu bilebilmenin, anlayabilmenin önünde mâniâdır.
Tüm meseleler için geçerlidir ve kişinin vâr olan peşin hükmü, zihnindeki bilgiyledir.
Lâzım olan ise, herhangi bir meselenin hakîkatini anlayabilecek kadar didinmek.
Yine de, göz önündeki bilgi yığınının fâhiş yanılgılar getiren bir büyük çöplük olduğunu hep tartmaktır.
Misâlen, aynı denizden faydalandığımız halde, fâkirin dalışlarında buldukları, başkalarının elidekilere hiç benzemiyor. Bizimle aynı dîne sahip kimseye ratlayamadım senelerdir meselâ.
Genelleşmiş ruh ve beden hallerinin, yaşam, yeme ve içme ve dahi tedâvî tercihlerinin sonucu olduğu mutlaktır. İnsandaki haller, kâdîm usul ve tercihler bulundukça beklenen vasattan ayrılmaz, lamı cimi de yoktur. Fakat sorulsa herkes her şeyi doğru yapıyordur, doğru yaşıyordur...
Bilgide hakîkâti ıskalamayanlara selâm ola.
"Bazen gitmek istiyorum..."
Sık sık ölmek ister oldum.
Sık sık gitmek istiyorum.
Özellikle "modern insandan" gitmek istiyorum...
...
Söylenecek öyle çok şey oluyor ki aslında. Hiç birini yazmıyorum. Artık kendi kendime veya Allâh'a da söylemiyorum.
"Sus!" denmişti. Gâlibâ en iyisi bu.
...
Ama öyle günler oluyor ki, için için ağlıyorum.
Çok ama çok sayıda insansı şeytanı öldüresim geliyor! ...
Çok sık için için ağlar oldum.
Bâzan utanıyorum yaşımdan.
Ama haksız da değil. "Dünyâ çok beter oldu." belki de en beter yeri burası.
İnsan insana en çok da böyleyken muhtâc imiş.
Sevdiğinin göğsünde içini durultmak varmış.
Bâzan o göğüste şıpır şıpır gözyaşı dökmek.
...
İçim ezik.
Yine şu esere rastlayınca bunlar döküldü işte:
https://www.youtube.com/watch?v=swAicg0GjNg
İki satır oldu yirmi satır.
Aslında öyle çok şey var ki diyecek.
Ama anladım, demişlerdi:
Bırak dûnyâyı, geç insanlardan diye...
Anlıyorum daha bir.
Gitmek lâzım, biliyorum.
En çok sevgi eksik...
Yorum Gönder