Bu aralar günler çok yoğun geçiyor, ben de bu hızın ve yoğunluğun içinde kayboluyorum. Tüm haftayı fırsat bulduğum her an uyuyarak geçirdim. Mümkün olsa, sabah okula gittiğimde de uyuyacağım. Kendimi uyumaktan alamıyorum, sürekli bir uyku hali var. Dönem dönem böyle oluyor, yakında geçer diye umuyorum.
Bugün Sapanca tarafına gittik okul ile birlikte, bir kahvaltı tertip edilmiş. Herkes bir şeylerle uğraşırken ben de bir doğa yürüyüşü yaptım, sessiz sakin ormanı dinlemek bana iyi geldi.
Bir de askerlik yapacağım yer belli oldu, yazın gideceğim. Deniz kenarı yazlık bir yerde, güzel bir ilde yapacağım.
Tüm bunlar dışında sanırım anlatacağım bir şey yok, bu aralar çok keyfim de yok. Rutin bir şekilde devam ediyor hayat, bir önceki güne özdeş yeni günler, yeni saatler. Belki biraz daha çok okuyabilsem iyi gelirdi, biraz daha zamanım olsa.
Son olarak, öğretmenler günümüz de kutlu olsun.
24 Kasım 2018 Cumartesi
12 Kasım 2018 Pazartesi
Lonely Man of Winter
Sufjan Stevens da bu güzel, yeni şarkı ile mesut etti beni. Tam da yalnız bir adam olarak kışa girerken, soğuklar kapıma dayanmak üzereyken. Bu koca kentin küçük bir köşesinde, bir bahçe içinde.
Şarkılar, yeni resimler, okunmak için listelenmiş kitaplar, bir türlü okunamayan şiirler, bir anda akla gelen Kuzguncuk, yarın yine işe gidecek olmanın, sabah kalkacak olmanın yılgınlığı, son bardak bir kahve, yarın biraz daha fazla su içmem gerek, hepsi küçücük bir hayatın minik parçalarından ibaret.
Yeni bir senenin içinden çıkan, yüzü küçük, gözleri küçük, donuk koyu kahverengi bakışlı, kömür karası saçlarının yarısı beyazlamış, hüzünlü yüzlü, bir zayıf adamın kışı. Bahardan kışa yavaş bir geçiş.
Şarkılar, yeni resimler, okunmak için listelenmiş kitaplar, bir türlü okunamayan şiirler, bir anda akla gelen Kuzguncuk, yarın yine işe gidecek olmanın, sabah kalkacak olmanın yılgınlığı, son bardak bir kahve, yarın biraz daha fazla su içmem gerek, hepsi küçücük bir hayatın minik parçalarından ibaret.
Yeni bir senenin içinden çıkan, yüzü küçük, gözleri küçük, donuk koyu kahverengi bakışlı, kömür karası saçlarının yarısı beyazlamış, hüzünlü yüzlü, bir zayıf adamın kışı. Bahardan kışa yavaş bir geçiş.
11 Kasım 2018 Pazar
Sürsün Bahar
Çok sevdiğim Can Kazaz yeni bir albüm hazırlamış, "Keşke Uyuyabilsem" isimli şarkısına da güzel bir klip çekmiş. Çok doğru, güzel adımlarla ilerliyor ve bu da bir dinleyici olarak beni çok memnun ediyor.
Bir önceki albümünü alıp, dinledikten sonra bir öğrencime hediye etmiştim. Yine öyle yapacağım, sesinde huzurlu bir büyü var. Naif, sükuneti hayranlık uyandırıcı. Kendisini geçtiğimiz yaz bir gece vakti Karaköy sokaklarında arkadaşlarımla dolaşırken görmüştüm. Yolun ortasında durup uzun süre seyretmiştim. Her açıdan güzel bir adam.
Yirmi Yedi isimli parçası da sanki bana bir doğum günü armağanı gibi olmuş. Bir pazar günü sabahından selamlar olsun, sürsün bahar.
8 Kasım 2018 Perşembe
Akşam
Okul servisinden indikten sonra yirmi dakika kadar eve yürüyorum. İstanbul'da kış başladı, özellikle geceleri hava çok soğuk oluyor. Sırt çantamda tonlarca kitap taşıdığım için yolculuk esnasında yoruluyorum fakat bu yirmi dakikalık yürüyüş bana iyi de geliyor. Bu süreyi tamamen düşünmeye ayırıyorum. İş dönüşü trafiği, gün boyu yorulan insanların eve dönüşleri ve kabalalık otobüslerin camlarına yapışan nefesler... Hepsi yeni yazılmış bir öykünün sayfalarından çıkma gibi, nedense en çok fırınlar ilgimi çekiyor. Her daim sıcacıklar, insanlar ekmek alıyor birer birer, sanırım en ucuz ve en doyurucu yiyecek... Bir fırın buldum, bazı akşamlar oradan anneme ve bana elmalı kurabiye alıyorum, iki tane.
Cadde boyu ilerlerken insanları izlemek hoşuma gidiyor, bir de mağazaları. Çok uzun süredir alışveriş yapmıyorum, iki ayakkabım, üç pantolonum ve birkaç tane gömleğim var. Mağazaların içine girmeyi hiç sevmem fakat camekanları izlemeyi çok severim. İnsanların telaşları, ellerindeki çantalar, kıyafet seçme dertleri, rengarenk ve ucuz kumaşlar arasında kaybolan çocuklar, hepsi de bir şey beğenmişler kendilerine, anneleri ellerinden tutup çekiştiriyor.
Tarihi yarımadaya gittiğim zaman bir kahve alıp saatlerce meydanda oturuyorum. Beş dakika konuşunca hemen yorulan bir insanım, fakat saatlerce insanları izlemekten keyif alıyorum. Bazen fotoğraflarını çekiyorum onların, özellikle portre fotoğraflar hoşuma gidiyor. Her bir insanın yüzünde bambaşka izler var, değişen dünyanın dertleri, her biri Kafka'nın Dönüşümü'nden çıkmış gibi. Bazen de yüzler bulanık, dertli bakışların ardında türlü kaygılar.
En güzel dinlenme yerleri ise sürekli gezdiğim yayınevleri. Her birinde başka bir masal var, her okuduğum kitabın içinde bambaşka dünyalar var. Onlarla birlikte çoğaldığım apayrı bir dünya, bir deliler evi, bazen de yalnızca hüzün güncesi.
Hayata bir katılımcı değil de izleyici olarak geldiğim apaçık, sohbet etmekten hoşlanmasam da, izlemenin de çok büyük bir ayrıcalık olduğunu düşünüyorum. Notlar tutuyorum genelde, bir başkası notlarımı bulsa sanırım yıllarca çözümleyemez. Metroya binen genç bir adam, yanında ilkokul çağlarında bir kız. Üzerlerinde ufak çizimler, sırt çantamdan çıkardığım kurşun kalemim, kalem kutumda bir minik silgi, yazıp çizen bir el. Şimdilerde hayat daha sade, kaybettiklerimin anısına üzülüyorum kimi zaman, kimi zaman da kaygılar sarıyor etrafımı, yine de elmalı kurabiye yemekten hoşlanıyorum, çarşıdaki fırına girdiğim zaman huzurlu hissediyorum, yüzüme bir sıcaklık yayılıyor, vücudumdaki kan akışını hissedebiliyorum. Yaşıyorum ya, bir şeylerden yine de anlam çıkarabiliyorum, çoğunu kaybetsem de. Çoğunlukla, içimde yaşayıp insanları izlemeyi tercih etsem de, bir seyirci olarak devam etme arzusundan vazgeçmeyeceğim, yalnızca bir fotoğraf, sonra yazıları ile yaşlanan iki küçük el. Parmaklarım da o kadar minik ki, sanırsın anne karnından yeni çıkmış bir çocuğun parmakları, nazik ellerim, nazik mizacım, naif çehrem.
Cadde boyu ilerlerken insanları izlemek hoşuma gidiyor, bir de mağazaları. Çok uzun süredir alışveriş yapmıyorum, iki ayakkabım, üç pantolonum ve birkaç tane gömleğim var. Mağazaların içine girmeyi hiç sevmem fakat camekanları izlemeyi çok severim. İnsanların telaşları, ellerindeki çantalar, kıyafet seçme dertleri, rengarenk ve ucuz kumaşlar arasında kaybolan çocuklar, hepsi de bir şey beğenmişler kendilerine, anneleri ellerinden tutup çekiştiriyor.
Tarihi yarımadaya gittiğim zaman bir kahve alıp saatlerce meydanda oturuyorum. Beş dakika konuşunca hemen yorulan bir insanım, fakat saatlerce insanları izlemekten keyif alıyorum. Bazen fotoğraflarını çekiyorum onların, özellikle portre fotoğraflar hoşuma gidiyor. Her bir insanın yüzünde bambaşka izler var, değişen dünyanın dertleri, her biri Kafka'nın Dönüşümü'nden çıkmış gibi. Bazen de yüzler bulanık, dertli bakışların ardında türlü kaygılar.
En güzel dinlenme yerleri ise sürekli gezdiğim yayınevleri. Her birinde başka bir masal var, her okuduğum kitabın içinde bambaşka dünyalar var. Onlarla birlikte çoğaldığım apayrı bir dünya, bir deliler evi, bazen de yalnızca hüzün güncesi.
Hayata bir katılımcı değil de izleyici olarak geldiğim apaçık, sohbet etmekten hoşlanmasam da, izlemenin de çok büyük bir ayrıcalık olduğunu düşünüyorum. Notlar tutuyorum genelde, bir başkası notlarımı bulsa sanırım yıllarca çözümleyemez. Metroya binen genç bir adam, yanında ilkokul çağlarında bir kız. Üzerlerinde ufak çizimler, sırt çantamdan çıkardığım kurşun kalemim, kalem kutumda bir minik silgi, yazıp çizen bir el. Şimdilerde hayat daha sade, kaybettiklerimin anısına üzülüyorum kimi zaman, kimi zaman da kaygılar sarıyor etrafımı, yine de elmalı kurabiye yemekten hoşlanıyorum, çarşıdaki fırına girdiğim zaman huzurlu hissediyorum, yüzüme bir sıcaklık yayılıyor, vücudumdaki kan akışını hissedebiliyorum. Yaşıyorum ya, bir şeylerden yine de anlam çıkarabiliyorum, çoğunu kaybetsem de. Çoğunlukla, içimde yaşayıp insanları izlemeyi tercih etsem de, bir seyirci olarak devam etme arzusundan vazgeçmeyeceğim, yalnızca bir fotoğraf, sonra yazıları ile yaşlanan iki küçük el. Parmaklarım da o kadar minik ki, sanırsın anne karnından yeni çıkmış bir çocuğun parmakları, nazik ellerim, nazik mizacım, naif çehrem.
4 Kasım 2018 Pazar
Hatıra
Bu akşam beni duygulandıran bir şey oldu. Eski okulumda kullandığım, İletişim Yayınlarının bastığı Resimli Türkçe Edebiyat Takvimi vardı. Okullar kapanmadan önce onu öğrencilerime vermiştim. Hiç hatırlamıyorum, Ekim ayında bir güne rastgele bir not düşmüşüm. "Öğretmeniniz sizi çok seviyor" diye, bir de gülücük eklemişim sonuna.
Bugün bana bu takvim yaprağını attılar. Bulup duvarlarına asmışlar, bir de mesaj atmışlar; "Öğretmenim sizi unutmadık ve çok seviyoruz" diye. Çok duygulandım. Gözlerim dolu dolu.
Onlara bir sevgi bağı emanet edebildiğim için çok şanslıyım. Bunu alabilen, bunun farkına varabilen çocuklardı. Haftada bir ararlar beni, uzun uzun konuşuruz. Bu anı da gönlüme kazınmış oldu. Önemli olan onlara öğrettiğimiz kitabi bilgiler değil, bunları kendileri de öğrenebilirler. Sanırım bu meslekte önemli olan onlarla bir sevgi bağı oluşturabilmek. Yıllar geçiyor fakat bir gün karşınıza çıkabiliyorlar, üstelik öğretmenim sizi unutmadık, sizi çok seviyoruz diyerek. Sevgimiz bol olsun.
Bugün bana bu takvim yaprağını attılar. Bulup duvarlarına asmışlar, bir de mesaj atmışlar; "Öğretmenim sizi unutmadık ve çok seviyoruz" diye. Çok duygulandım. Gözlerim dolu dolu.
Onlara bir sevgi bağı emanet edebildiğim için çok şanslıyım. Bunu alabilen, bunun farkına varabilen çocuklardı. Haftada bir ararlar beni, uzun uzun konuşuruz. Bu anı da gönlüme kazınmış oldu. Önemli olan onlara öğrettiğimiz kitabi bilgiler değil, bunları kendileri de öğrenebilirler. Sanırım bu meslekte önemli olan onlarla bir sevgi bağı oluşturabilmek. Yıllar geçiyor fakat bir gün karşınıza çıkabiliyorlar, üstelik öğretmenim sizi unutmadık, sizi çok seviyoruz diyerek. Sevgimiz bol olsun.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)