Bazen böyle oluyor, hiç uyuyamıyorum. Saat sabah beşi geçti. Bir buçuk saat sonra da işe gitmek için evden çıkacağım zaten. Bugün yoğun bir gün, bakalım uykusuz nasıl direneceğim.
Kendime bir kahve yapıp masa lambam eşliğinde yazıp çizip karaladım. Defalarca yattım uyuyamadım uyandım. Zihnimde çok fazla düşünce olduğu vakitler böyle oluyor hep. Ne düşünüyorum bu kadar çok? Bunu da bilmiyorum.
Hafta sonu tatillerinde evden dışarı çıkmıyorum. Buraya taşınalı üç ayı geçti, yalnızca arkadaşlarımı ziyarete gittim bir kez. Onun dışında hiç semtin dışına çıkmadım. Fotoğraf çekmeye bile gidemiyorum. Tarihi yarımadayı çok özledim, Sirkeci'den Ayasofya'ya doğru yürümeyi, Caferağa'da bir kahve içmeyi, Alman Çeşmesi'nin arkasında oturmayı ve Cağaloğlu'ndaki kitapçıları gezmeyi...
Bir türlü alışamadım bu yeni muhite, eve. Hep aynı, değişimleri hiç sevmiyorum. Hayatımdaki en ufak değişiklik bile beni kötü etkiliyor. Bazen bu kadar hassas olduğum için kızıyorum kendime, duygulanma işte diyorum, bırak bazen sen de duyarsız ol. Hiçbir şekilde yapamıyorum, en ufak bir olumsuzlukta bile gözlerim doluyor. Bir kitap, bir insan, bir film hiç fark etmiyor. Zaten bu durum hayatımda hep suistimal edildi, sakin ve sessiz bir mizaca sahip olduğum için insanlar istediklerini yapabileceklerini düşünüyorlar.
Yeni okulumda da mümkün mertebe öğretmenler odasında oturmamaya çalışıyorum, boş olan sınıflardan birine geçiyorum dersim olmadığı zamanlarda. Kulaklığımı takıyorum, çalışmalarımı tek başıma yapıyorum. Bir piknik yeri gibi öğretmenler odası, herkes bir şey hakkında atıp tutuyor. Kimsenin eğitim ile alakası yok, asla bir öğrenci ya da eğitim konuşulmuyor. Herkes hep kendi derdinde. Erkekler sürekli döviz kurları ve faiz takibi peşinde. Kadınlar da kahve içip fısır fısır bir şeyler konuşuyorlar. Herkes kendini en iyi öğretmen sanıyor. Sanırım ömrüm boyunca çalışacağım hiçbir kurumda biraz da olsa duyarlı, dünya dertlerini takip eden ufku açık bir öğretmen arkadaşım olmayacak.
Ne çok dert yandım, birkaç kitap sipariş edecektim. En iyisi onlara bakayım, kahvemi de bitirip okul çantamı hazırlayayım. Yazı burada bitiyor, gün ise yeni başlıyor.
14 Ekim 2018 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
7 yorum:
Hassas, duygusal olduğun için kendine kızman, kendine haksızlık olmuyor mu? Hem hassas ol, hem bütün sorumlulukları üzerine al, insanların umursamadıkları sorumlulukları da üstlen ( Eğitim sistemi yeterli mı? Nasıl iyileştirilebilir gibi belki. Tabi tam olarak bilemiyorum) yani çevrede çok az olan ama en olması gereken insani vazifeleri fazlasıyla yerine getir, sonra da diğerlerine değil yine kendine kız. Sorumluluk sahibi, duygusal ve merhametli insanlar hep böyledir. Başkalarına gösterdikleri, hatta hak etmeyenlere bile gösterdikleri merhametin onda birini kendilerine göstermezler. Sanki en büyük düşmanları kendileriymiş gibi davranırlar. Ya ömür boyu böyle yaşar, ya da uzatmaları yaşarken anca hatalarını fark ederler. Sen de öylesin. Bırak bir gün rahatsızım de işe gitme. Eminim sizde de bunu yapan çoktur. Sen bunu onlardan daha çok hak ediyorsun. Çık dışarı, ayakların geri gitsede sen inatla ileri yürü, at kendini deniz kenarına hiç canın çekmese bile. Yolda yürüyen mutlu insanlara odaklan. Onlar yapabiliyorlarsa bir yolu var. Birşeyler belkide gerçekten mümkün. Belkide gizli anlamları var yaşamanın, mutlu olmanın. Her şeyi de biz bilmiyoruz ya. Belki de mutlu insanlar bizim düşündüğümüz gibi ahlaksızca mutlu değiller. Belki de hayatın gizemli manasına erenler, yaşamakta anlam olduğunu keşfedenler var. Belki de herşey göründüğünden daha anlamlı....
Merhaba, kesinlikle katılıyorum yazdıklarına! Ama keşke başarabilsek onlar gibi mutlu olmayı..keşke başarabilsek kendimizle barışmayı..
Yılmadan denemek lazım. En azından bunun için çabalamış olmanın iç huzurunu yaşarız :)
Sonsuzluk (Teizm) kavramına inananlardanım. Bu sebeple benim bakış açımda sadece umut var. Gelecek penceremden sonsuz bir saadeti izliyorum. Ama tabii ki sonlu bir hayat kavramını benimsiyorsan bu açıdan durum değişebilir. Öyle bile olsa mutlu olmanın, olmaya çalışmanın ne zararı olabilir. Sonunun geleceğinin bilincinde olduğun için elindeki mutlu olabilme fırsatını tümden reddetmek çokta mantıklı gelmiyor bana.
Dr eamer,
"Kendimizle barışmak" bunu biraz daha detaylı yazabilir misin? Neden küsüz Kendimizle?
Merhaba,
Kusura bakmayın yanlışlıkla kişisel mail hesabımdan yorum yazmışım silmek durumunda kaldım :)
Bana göre iyimserlik genel olarak şeylerin, eylemlerin ve hayatın geçmişten daha iyi ve farklı olacağı inancıdır. Bence bu inanılması riskli bir durumdur. Hal böyle olunca neşeli olan kişi bence en umutsuz ve kötümser olan kişidir. Bilmediğimiz gelecek hakkında "iyimser olmanın" anlamsız olduğu düşüncesindeyim. Bu hayatı olduğu gibi kabul etmek istemeyen insanların sürüklendiği bir genel ruh biçimi bana kalırsa. Bir insan sürekli mutlu olamaz, mutluluk da ne yazık ki en kısa süreli duygularımızdan biri. Çünkü insanı mutlu eden şey "an"dır. An da o an içinde yaşanır ve biter. Geleceğe dair umutlu olmak ve iyimser düşünmek ise kişinin kendini kandırma, aldatma biçimlerinden biri. Eğer gerçek mutluluk an'da var ise, geleceğin getireceği mutluluğa inanmak ahmaklık gibi geliyor bana. Mutluluk beklentisi ile yaşamak da aynı şey. Bunun yanında üretmenin, özellikle nitelikli eserler üretmenin altında yatan temel duygunun mutsuzluk olduğunu düşünüyorum. Kendi ile barışan biri sürekli mutludur, iyimserdir. Kendi ile barışık olmayan ve varlığını sürgit sorgulayan biri ise kendini ifade biçimi olarak üretime başvurur. Başvurmazsa delirecek noktaya gelir çünkü. Hayat katlanılmazdır. Gerçek sanat eserleri, yalnızlığın, acının ve mutsuzluğun ürünüdür. İnsanı tüy gibi hafif kılan mutluluktan ancak basit bir üretim çıkar. Doyurmaz, devamı gelmez gelse de nitelik bakımından sağlam değildir. Edebiyat üzerinden örnek verecek olursam; dünya üzerindeki pek çok nitelikli metin yazarının hayatı pek mutluluk verici geçmemiştir. Yaşadıkları var oluş problemleri ve hayata tutunma çabaları onları yazmaya itmiştir. Mutsuzluk itici bir güçtür. Bunu anlamak için Kafka'nın, Dostoyevski'nin ya da Cesare Pavese'nin, Thomas Bernhard'ın ya da Christopher Isherwood'un hayatına bakmak yeterlidir kanımca. Daha ismini sayamadığım pek çok yazar var.
Sonuç olarak insanın kendi ile barışık olmama durumu ve sürekli kendini sorgulama durumu çatışma yaratır. Ve ancak çatışmadan yaşam ve üretim doğar.
Yorum Gönder