Doğum günüme bir hafta kaldı, yakında 27 olacağım. Bunun için herhangi bir heyecan duymuyorum, doğum günlerine atfettiğim özel bir anlam da yok. Sadece her doğum günümde geçmişe ve akabinde geçen zamana dair anılara dalıyorum. Çocukluk yıllarım geliyor aklıma, genç ve güzel bir anne ile geçirdiğim çocukluğum. Dik duruşlu, evin hem erkeği hem de kadını, çalışan bir anne. Çok gülümsemezdi annem, bana baktığı zamanlar hariç. Ciddi bir ifadesi vardı, hayatı ciddiye alırdı. Mücadeleciydi, yorulmak bilmezdi. Kadından bir kahraman, bir kadınadam.
Ben sabahları okula gitmek için uyandığımda o çoktan işe gitmiş olurdu, üst kata teyzeme çıkardım. Orada kahvaltımı yaptıktan sonra okula giderdim. Annemin gece mesaiden dönmesini beklerken de uyuyakalırdım. Bazen hafta içleri annemi hiç göremediğim olurdu. Bazı günlerde ise annem havanın kararmasına yakın dönerdi. Apartmanın bahçesinde beklerdim gelmesini, elinde bir çikolata ya da bir hediye paketi olurdu hep. Koşarak sarılırdım ona, beline kadar uzun siyah saçları vardı, yüzüme dolanırdı. Mis gibi, sıcacıktı o zamanlar.
Sayamayacağım kadar kırılma noktası, 27 biraz ürkütücü belki de. Yaş almaktan korkmuyorum, beni tedirgin eden yılların getirdiği yorgunluk. Daha yolun başı denilebilecek bir yaşta bunca yorgunluk, enerji bitimi, kaygılar, dünya ağrısı.
Okuldaki çocuklarımı görünce tuhaf oluyorum, onları izlerken kendi çocukluğuma gidiyorum. Nasıl bir masumiyet, nasıl bir saflık üzerlerinde. Sonra yok oluyor bu masumiyet, şarkıda dendiği gibi, ziyan oluyor. Her birimizin sırtında kocaman bir leke, omuzlarında çuvallar dolusu yük. Şehir de yük, insan da yük.
İnsan zamanla yaşamaya da alışıyor, bir avuç mücadelenin içinde giderek sona yaklaşıyor. Arsız kelam, bana habire bir şeyler yazdırıyor. Kimi hayallerinin peşinde, sonu düşünmeden. Hep bir bilmece diyorum ya, sonlu hayat, nihayetinde herkes kırıldığı yerlerden toparlanmaya çalışmakta. Ve son, bir ağıt gibi, bir gölge gibi, ademoğlunun ocağında, aynasında, başında.
6 Ekim 2018 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
7 yorum:
"Ali ile Ramazan...
Kısa ama acı yaşadılar...
Ve sonuna kadar gerçekti yaşadıkları." Gerçek bir dram. Mutlaka okumuşsundur. Aslında hayat bize tokadını yumuşak bir türde vurmuş. Bunu bu kitap sayesinde anladım. Bir şeyi daha anladım: ötekiysen eğer, dünya sahnesinde rolün hep dram olacak. Ben buna itiraz edenlerdenim. Hayata inat komedi oynuyorum. Böyle de devam edeceğim...
Yıllar evvel okumuştum, pek hatırımda kalmadı. Benim hissettiklerime ayna tutan Füruzan oldu hep, misal Gecenin Öteki Yüz'ü oldu. Gecenin Öteki Yüzündeki kadın ve küçük çocuğu oldu. Tomris Uyar oldu kimi zaman, kimi zaman Giovanni'nin Odasında soluk aldım. Kimi zaman da Isherwood. Tek Başına Bir Adam ile yatıp kalktım. Komedi ya da dram, kategorilerle pek ilgim yok lakin asıl mesele oynamakta değil de yaşamakta. Öteki olmak konusuna gelince, öteki olmak, öteki hissetmek, ötekileşmek hepsi farklı kefede benim için. Sanırım bunlardan hiçbirini hissetmiyorum. Bence sıradan olmak çok daha zor, sıradan olabilmek. Azınlıkta olmak da zordur kasıt buysa tabirden, lakin içeriden olmak yerine dışarıdan olmak da bir meziyettir. İşin rengi, bizim rengimize dönüşüyorsa doğru adım devam etmek lazım. Komedi falan olarak görme, dram olarak hiç görme. Arada bir yerde kal, ol. Bir yer ait olmaktansa, kendine ait.
Dünya Ağrısı demişsin bir yerde,
Dünya Ağrısı'nı da oku o zaman.
27 sana güzellikler getirsin,
Bunu kalbimden diliyorum.
Geçmiş Bahar Mimozası ;)
Dünya Ağrısı'nı okudum. Severek okuduğum bir metindi. Ondan beri sürekli kullanırım bu tabiri, ne güzel bir ifade biçimi, ne güzel bir kitap ismi.
Umarım güzellikler getirir.
İyi dileklerin için teşekkür ederim.
Sevgiler.
Benim de bugüne kadar en etkilendiğim kitap Dostoyevski den İnsancıklar okumayanlar mutlaka okusun. Harika bir kitap.
Öneri için teşekkür ederiz :)
Rica ederim :)
Yorum Gönder