Her yaz kendime karma bir kitap seçkisi hazırlıyorum. Seçtiğim kitapları yaz boyunca liste dışına çıkmadan okumaya çalışıyorum. Uzun süredir kaliteli mecralarda ve edebiyat, psikoloji çevrelerinde tavsiye edilen kitaplar listesinde gördüğüm bir kitaptı "İnsanın Anlam Arayışı." Bir öğretmenim ve mümkün mertebe kişisel gelişim kitaplarından uzak, kaliteli eserleri okumaya ve öğrendiklerimi çalıştığım eğitim kurumunda öğrencilerimle olan ilişkilerimde uygulamaya gayret ediyorum.
Frankl, 20. yy'ın mühim varoluşçu psikiyatrlarından biri. Aynı zamanda Üçüncü Viyana Okulu'nun ve Logoterapinin kurucusu. Frankl'ı önemli kılan özelliklerinden bir tanesi de, Nazi toplama kamplarından biri olan "Auschwitz"de uzun süre tutuklu olarak bulunması.
Frankl, "İnsanın Anlam Arayışı" adlı kitabının ilk bölümünde kamp esnasında yaşadığı çarpıcı olayları oldukça açık bir şekilde dile getiriyor. İtiraf etmeliyim ki Frankl'ın kişisel öyküsünden fazlası ile etkilendim. Toplama kampları ile ilgili uygulamaları, Hitler Dönemini ve Nazi soykırımının vahşetini herhangi bir kaynaktan da okuyabiliyor ve derslerde öğrencilerimize anlatabiliyoruz. Lakin Frankl'ın yaşadıklarını bizzat okumak üstelik bir psikiyatristin, bir doktorun kamp zamanlarına şahit olmak insanın tüylerini diken diken etmeye yetiyor.
Eserin ikinci bölümünde Frankl logoterapiden bahsediyor. Kısa başlıklar halinde bazen kendi örneklerinden bazen de çevresindeki örneklerden yola çıkarak psikoloji ile ilgilenmeyen insanların da rahatlıkla anlayabileceği bir dilde açıklamalarda bulunuyor. Logoterapiyi ilk kez işittim ve oldukça ilgi çekici buldum. Frank'ın kamp anılarından yola çıkaracak acı üzerine yazmış olduğu bölümler de epey güzel.
Frankl, toplama kampı sırasında arkadaşına bir vasiyette bulunma gereği duyuyor ve şöyle diyor:
"Dinle Otto. Evime, karıma bir daha kavuşamazsam ve sen onu tekrar görecek olursan, ona her gün, her saat onu konuştuğumu söyle. Unutma. İkincisi, onu başka her şeyden çok sevdim. Üçüncüsü, onunla evli olduğum o kısacık zaman, başka her şeyden, hatta burada yaşadığımız onca şeyden çok daha önemli. "
"Otto şimdi neredesin? Hayatta mısın? Birlikte olduğumuz o son saatten sonra başına neler geldi? Karını tekrar bulabildin mi? Ve gözlerindeki çocuksu yaşlara karşın, yürekten sana verdiğim vasiyetimi -kelimesi kelimesine- anımsıyor musun?"
Ve daha sonraki bölümlerden birinde şöyle diyor Frankl:
"Sevgi, sevilen insanın fiziksel varlığının çok çok ötesine geçer. Sevgi, en derin anlamını, kişinin tinsel varlığında, iç benliğinde bulur. Sevilen kişinin gerçekte orada olup olmaması, bir anlamda önemli olmaktan çıkıyor."
Tam da burada Gündüz Vassaf'ın İletişim Yayınlarından çıkan "Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm" isimli kitabının "Ah Minel Aşk!" adlı bölümünde yazmış olduğu şu kısım aklıma geliyor:
"Oysa aşkın, kendi içinde, kendinden gelen özellikleri vardır. Aşk sona erdikten ve kişi o deneyimden çıktıktan sonra da aşk bir bütün, bir toplam, bir gestalt olarak baki kalır. Yitirilen, aşk değildir. Yitirilen, o belirli sevme şeklinden vazgeçen kişidir. Ama, kişilerin arasındaki aşk, bir zamanlar var olmuş olan aşk yok olmuş değildir. O her zaman mevcuttur."
Görülen o ki Frankl'ın sevgi olarak bahsettiği durum Gündüz Vassaf tarafından aşk olarak anlamdırılıyor. Ve aslında ortak noktada; aşkın, sevginin kişilerden bağımsız olarak devam ettiğini, kişiler sevmekten, aşktan vazgeçseler dahi aşkın ve sevginin baki kalmaya devam ettiğini belirtiyorlar.
Frankl'ın "İnsanın Anlam Arayışı" adlı eserini bu yaz okunacak kitaplar listenize alabilirsiniz. Hatta yanında Gündüz Vassaf'ın "Cehenneme Övgü; Gündelik Hayatta Totalitarizm" adlı kitabını alıp eş zamanlı bir okuma dahi yapabilirsiniz. Her iki kitap da benim başucu kitaplarım arasındaki yerlerini aldılar.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder