Uzun vadinin dibinde kurak, yeni yılın hüznü ile gölgelenen asma pencereler. Balkon tüllerinin saçaklarından gökyüzüne kadar uzanan kirli asfalt, oysa yarımdır henüz çehresi. Bir zamanın izini kaybetmiş, bir başka zaman bulmuş kendine. Pencere kenarından sarkan afrika menekşesi bile bir başka bakıyor artık, herkes kendine benzeyeni bulmuş. Kendi olabilen yok ortalıkta, donup kalan sokak köpekleri ile alaca kışlarının sabaha karşı sessizliği. Bir maden işçisinin elleri kadar kara oysa, kimi hızlı kimi yavaş nefesinden arta kalan, buğulu camlara yazılmış birkaç sözcük, hepsi de yok olsun diye. Mütemadiyen bir sanrı yaşamak, bir elden diğerine uzanan, aynadaki o keskin sıcak. Hani bir gün köye yaşlıca bir adam gelmiş ya, sefih, eskiden kalma haberler getirmiş. Sonra gazete sayfalarının arasında, siyah beyaz fotoğraf albümünün arkasında, kötü bir mürekkeple yazılıp çizilmiş sanki dünya. Henüz başındayken yolun, sonuna gelivermişsin gibi birden.
Üstün örtülmüş ve de kaza süsü verilmiş. Yeni ağarttığın fincanların hala vitrinin ortasında, kahverengi camın hemen arkasında. Henüz kalkmış gibisin yatağından, öylesine ölü, öylesine uzunca. Bir mum, şamdanın bir köşesinde birkaç parmaktan arta kalan yeni bir sarı. Bir bardak su bırakmışsın yanı başına, yarısı havaya uçmuş sıcağın zifiri sabahında. Bir merdiven dünya, bir basamağı eksik verilmiş sana. Kimine sureti ile eş bir hata, kimine lütuf edilmiş haddinden daha fazla.
Şimdi ılık bir rüzgarla yol alsan, sussa tüm insanlar çağın ötesinde usul usul bir ara. Kanadı kırık bir isa, bir porselen ikona ellerinin arasında. Uzun vadinin dibinde şimdi ıslak, yaşamaktan beti benzi atmış yaşlı bir hatıra. Gidenler çoktan dönmüş de, bir sen varamamış gibisin hala.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder