Bazı siyah noktalar var, bazen renk değiştiriyorlar fakat hep oradalar. Bir şekilde dönüp duruyorlar etrafımda, bir kazanın dibi gibi karanlıklar. Gün ışığı ise siyaha tamamen zıt, doğumdan ölüme değin süren bir yanılsama. Sokak lambalarının yanmaya başladığı an içe çöken garip bir duygu gibi, tarifsiz çoğu zaman insanın düşündükleri.
Sonra ilerliyor insan kendi yolunda, kulağında hep başkalarının sözleri. Çok fazla konuşuyor herkes, uyaran sayısının fazlalığı zihnini buruşturuyor. Hiç sevmedi renkleri, hep daha azını istedi. Çoğaldıkça bölündü, arttıkça azaldı.
Kulağında Thomas Bernhard'ın 1970 yazında bir banktan savurduğu sözler; gerçekliğe her zaman gözlerini kapadı. Dün bir düştü, bugüne dönüştü. Yıkandı, ellerini sabunladı, yemeğini yedi, uyudu bol bol.
Kapının önüne konan boş bir tabure gibi, üzerine oturulunca içe çöken bir sünger parçası, koltuğun bir kenarı. Üzerinde solgun gri bol bir ceket, ayağında kenarı delinmiş spor ayakkabıları. Bir fazlası olsun demeden, nereye gittiğini hiç bilmeden. Kimden korkar bu insan? Hep tedirgin, hep huzursuz.
Gün ortasında bir haber alırsın ve hayatının dağıldığını zannedersin. Birkaç ay geçer illa ki toparlanırsın. Gece gündüze döner, yağmur yerini güneşe bırakır. Kimi zaman da tam tersi olur, güneş yerini yağmura bırakır. Hayatın bir döngü olduğu aklına gelmez. Basit bir mantık kuramayacak kadar seversin hayatı. Neşe insanın gözlerini kör eder.
Bir çiçek açmış pencerenin dibinde, çok sevdiğin yün kazağın sökülmüş bel yerinden. Caddenin kenarındaki fırında hiç elmalı kurabiye kalmamış, komşun bir gerideki sokağa taşınmış. Durakta sana masum gözlerle bakan kedinin bile başını sevmekle yetinirsin, kimsenin sevgisi kendisine yetmez.