27 Aralık 2008 Cumartesi

Bana Şans Dile



Benim de bir hikayem olsun istiyorum…Zor bir yokuşu tırmanırken hayallerimin kolumdan tutup çektiği yere sürüklenmek istiyorum.Özgürlüğümün kısıtlanmasına razıyım,yeter ki mutlu olayım…

Bir savaş alanı gibi beynim,allak bullak.Yanlış yapılan sorular cabası sıkıntı bir türlü geçmiyor.Ben sınava çalışmak yerine sadece kitap okusam…Sunay Akın’ın da tasarladığı gibi bir sistem içinde okuyup meslek sahibi olsam.Hayat sınavlarla doluymuş meğer.Şu çakıl taşları ve rahatı kaçan ağaçların arasında bir koy bulsam kendime.Düşlüyorum kimi zaman,İstanbul’da okusam,adımımı atsam bu kalabalık şehre.Yok,taşı toprağı altın diye değil,ne bileyim farklı bir zaman diliminin içinde kaybolurum belki,Pan’ın Labirenti’ndeki gibi sürükler beni hayat,farklı seçenekler sunar belki.Bir hikaye yazıyordum en son yarım kaldı,”Beni Duy Eleni”.Mekan İstanbul…

Düşlediğim şeyler,Yeditepe İstanbul’dan hatıra anılarımda.Kaybolmuş mahallelerde sesten uzak o sokakların kokusunu alabilmek derdi.Yedi Numara’nın çekildiği yerlerde soluk alıp,Adviye Hulusi’nin kokusunu solumak…Belki de fazla hayalciyim bu konuda…

Bir yandan da Ege’ye gitmek var hayalimde.Öyle yurtdışı falan istemiyorum ben,kariyer meraklısı,para düşkünü bir gelecek beni benden asla alamaz.Ege’nin saklı koylarından bir tanesine bakıp,gündüzün ferahlığını izlemek,minik hayatlar yaşamak…Belki de fazla dizi izliyorumdur,görmediğim yerler hakkında bu kadar uçurum konuşmak deliliğimin bir belgesidir belki.Evet,aynen b yazı okutulsun ileride delirirsem torunlarıma…

Son olarak,yaşama bir yol çizdim ve o yolun bana açılmasını bekliyorum,hayallerimi bekliyorum.Çağan Irmak’ın da anlattığı gibi Bana Şans Dile,Bana Şans Dile hayallerim

14 Aralık 2008 Pazar

Sen Ve Ben



Sen ve ben,gökyüzü soluk,kahverengiye kesmişken

Bulutlar toparlanırken hışımla boğum boğum

Yağmur,baharı açmamış fundalığa damla damla düşerken

Aldırış etmeden fırtınaya,gök gürültüsüne dolaşacağız birlikte


Ve bakışacağız birbirimizle,sen ve ben


Sen ve ben günahkar bulutlar boşalırken inatla

Yıldırımlar uçurum yükseklerine doyasıya

Geçerken burçların üzerinden fırtına hızıyla

Cehennemi ışık saçan Cennetten düşen Nefret topları

Gülümseyeceğiz birbirimize sen ve ben


Sen ve ben nefret topları yağarken

Yararken havayı evrenin vahşi çığlıkları

Ölümün çağırdığı yerden,karanlığın içinden

Gecenin yorduğu yerden,gölgelerin içinden

Arayıp bulacağız gözlerimizdeki ışıltıyı


Sen ve ben karanlık sular

Hırpalar ve boğarken bizi

Cehennem kızının kahkahaları

Ve katliamın tam ortasında

Duyacağız birbirimizi ve Ölüm’ü göreceğiz


Sen ve ben ölen kurşuni geceyle

Şafağın ilk ışıkları uçuşurken doğuda

Baygın,yenik oracıkta

Katılaşmış kan pıhtılarının arasında

Mecalsiz uzanacak kollarımız sen ve ben

Sen ve ben soğuk, soluk ışıklar


Öylece kalmış ölü bedenlerimizi deşerken

Kurtulmuş olacağız o bitmek bilmez işkenceden

Ölü dudaklarımız sonsuza dek

Birbirini bulurken sen ve ben

Sen ve ben geçip giden yıllar


Geride bırakırken bizi ölüp gidenlerle

Gübre olacağız çürümüş kemiklerimizle

Gelecek aşklara

Son hoşça kal öpücüğünün çiği hala dudaklarımızda!


Amerikalı Anarşist Voltairine De Cleyre 1892

Çev.Hakan Çalbayram



12 Aralık 2008 Cuma

Bekliyorum



6 ay kaldı geleceğimin belirlenmesine.Kimseye duygu fırtınalarımı açmaya yada içimdeki volkanları patlatmaya çalışmak gibi bir durumum yok.Sadece burayı beklentilerimin bir meyanı,ya da gönlümün bir köşesi olarak gördüğümden tüm bunlar;

Zahmete değer bir hayat yaşıyorum,farkındayım.Kimi zaman üstüme üstüme geliyorlar,ne yapacağımı şaşırıyorum.Aslında hiçbir şey bilmiyormuşum gibi geliyor bana.İnsanlara anlatamıyorum ki,benim babamın parası yok,hoş zaten eli cebinde bir babam da yok,,,

Geleceğim ben de saklı,yani bu sınavda.Şunu da biliyorum,içinizden bu sınavın bu kadar büyütülmesine kızanlarda var belki,ama gerçek bu.Öğrenmem gereken o kadar çok şey,taşımam gereken o kadar çok yük var ki omuzlarımda…Bazen hareket bile edemiyorum.Bir yandan telaşa düşüp kitap okumayı ders çalışmaya tercih ediyorum bir yandan da kendimle dalga geçip,bu sınavı kültürlüler kazanacak diyorum.Herkes benden kazanmayı beklerken acaba ben neler yapıyorum?Evet,çaba sarf ediyorum ve çalışıyorum.Hayatım senin ellerinde üç saat on beş dakika,,,


Ağzımla tuttuğum sımsıkı ip,sanırım kopma noktasında,düşlerim arasından kaymaya başlıyor gibi,her şey bir oldu bittiye gelse ne kadar güzel olacak.Hayattan tek istediğim bir öğretmen olmak yada çok iyi bir iletişimci olmak,sadece bunu istiyorum.Ve sonuç belgemi,birilerinin gözlerinin içine sokup,ayaklarımı yere basmak istiyorum,varı yoğu beni okutmak olan annemi mükafatlandırmak istiyorum.Uğraşıyorum…


Şimdi düşünüyorum,burada yazmaya bile zor zamanım kalıyor.Aslında öyle çok hayalim var ki,bunların hepsi geleceğimin elinde,o sınavda gizli.Yapmam gereken bu,ilk defa bir çılgınlık yapıyorum ve benden beklenilen doğrultusunda hareket ediyorum.Yaptırım gücü elektrikli duygular içerisindeyim.Tek istediğim kazanmak,,,Ve bu doğrultuda bekliyorum.Avuçla beni gelecek.,,,



Mimim Geldi Hoş Geldi



Bu yoğun sınav döneminde Sevgili Pandora’yı kıramadığım için geç de olsa mim etkinliğine katılmak istedim;Sorulara cevap mahiyetinde;


Son dönemde Türk bloglarındaki durgunluk fark edilir düzeyde.Aslında genç bir blogcu olmakla beraber elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum bu dünyayı.Henüz pek çok şeyi öğrenme aşamasındayım ama takip edebildiğim kadarıyla böyle bir durgunluk söz konusu.Özellikle yaz dönemi verimliliğinden uzak bir performans seyri var sanırım.


Bu durumun nedenlerine gelince,ben de ahım şahım bir blogcu değilim açıkçası sık sık takip de edemiyorum.Bunun tek sebebi geleceğimi belirleyecek olan bir sınavdan geçmem ve gerçekten çok yoğun olmam.


Bu konuda yapabileceklerimize gelince,Pandora’nın görüşünü destekliyorum,bizler için önemli olan yapılan yorumların sayısı değil de samimiyet olmalı.Buradaki ortamın samimiyetine güvenerek söylüyorum,amaç bloglara giren sayısını arttırmak değil de belirli bir kültür düzeyine sahip insanlar arasında bir şeyler paylaşmak olmalı.Özellikle benden yaşça büyük ve yazdıklarına hayran kaldığım blogcularla birlikte vakit geçirmek bana tecrübe ve bilgi kazandırıyor,bu da beni şahsen tatmin ediyor.


Son olarak,bence her ne olursa olsun yazıların ve dostluğun sıcaklığını yüreğimizde eritip,paylaşmalıyız;)



5 Aralık 2008 Cuma

Anlamazdın



Bir telaştır son iki gündür gidiyor…Herkes evine dönme çabası içinde otogarda oradan oraya koşuşturuyor.Rockçı kız,asi gençler,tikiler,geçen gün sevgilisinin içine düşen yılışığımsı,garip kız,ve yaşlı teyzeler bile.Bir kısa filmde izlemiştim,Harem’in iç yüzünü,hüzünlerini,gidişlerini ve geri dönmeyişlerini.İnsan büyüdükçe daha bir özlem duyuyor geçmişe.Her ne kadar geçmişi ona sahip çıkmasa da o geçmişine sahip çıkıyor.Bu arada üçüncü tekil şahıs niteliğindeki karakterler ben oluyorum,Türkçe Hocamızın da çok sık bahsettiği gibi(Cümlenin öğeleri konusunda) pek bir mühim öğe “o”.İşte bugün de öyle telaşlı bir gündü,fırından simit alıp ev salçasıyla birlikte keyif yaptık yine.Sonra gümüşçüye gidip Sevgi’nin annesine doğum günü için yüzük aldık.Benim seçtiğim bir yüzüktü…Karanlık bir yolun durgunluğunun arasında kendimi evde buldum,ne güzel şarkıymış Ayla Dikmen’in “Anlamazdın”…Filmlerden duymasak hiç de anlayacağımız ve araştıracağımız yok aslında bu şarkıları.Gerçi suç ben de ve benim kaderimi paylaşanlarda değil.Her gün belediye otobüsünde ismi lazım değil bir şahsiyetin


Sokak kadını

Vicdansız sürtük

Seninle ne günler bilmem neler gördük timsali şarkısını 40 dk boyunca dinlemek zorunda olunca böyle oluyor ne yazık ki!


Şöyle diyor son olarak Ayla Dikmen;


Dilerim ki,mutlu ol sevgilim

Ben olmasam bile hayat gülsün sana

Günahın boynumda

Ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda…



4 Aralık 2008 Perşembe

Sana Kalbimi...



Yazılılarımın bu hafta bitmesi itibariyle yeni bir kitaba başladım.Aslında birkaç gündür elimde ama yine de elimde bir kitap olması çok güzel…Kitabımın adı “İsveç Kibritleri”.Sanırım filmi de varmış ama daha araştırma fırsatım olmadı.Yazar da Robert Sabatier…Aslında Oliver Twist’te de benziyor ama kendi içinde kimsesiz bir çocuğun hikayesini anlatıyor bize…Bir de film aldım bayram için.”Oğul Odası”.O da Cannes ödüllü eski bir film.Biran önce tatile girip izlemek istiyorum…


Okuduğum kitapta çok güzel bir şiir dikkatimi çekti ve gerçekten okurken duygulandım:


Sana kalbimi

Bir çeyrek tereyağı

Ve bir karnıbahar verdim…


Kimseler bakmadı yüzüme Tanrım

Açım,yerim yurdum yok diye

Tanımadı beni insan kardeşlerim

Yüzüm solgun,gözlerim yaşlı diye


Ama sevgim eksilmedi onlara benim

Hayatın acı olduğunu onlardan öğrendim

Bana eşlik etmek isteyen bir kadın

Çığlıklarımı işiten bir yürek olmadığı için…


Kimi zaman düşünüyorum.Bu daha çok Yol Arkadaşım’ı izlediğim zaman oluyor diyebilirim.Düşünüyorum,garip bir yolda adımı hükmettirmeye inat koşmak geliyor içimden.Etraftaki kimse sanki umursamıyor bir şeyleri.Küçücük bir çocuk dikiliyor deniz kenarında,bir daha asla yanında olamayacak olan babasına haber uçurmak için denizi aracı seçiyor kendine.Minik bir yürek atıyor martıların sıcak kanatları arasında.Belki de fazla acizim ya da çok duygusal züppe bir şair modunda.Tutunacak dal aramak belki de…Bazen söyleyecek cevap bulamıyorum hayata.Üstüme vazife olmayan bir işte saçma sapan insanlar yüzünden dışlanıyorum sınırlardan.Bir, gün ışığına çıkabilsem,bir daha asla bırakmayacağım güneşin izini.Asla dönmeyeceğim yara aldığım yerlere.Aşüfte suratların kaymaklı dolgun serzenişlerine…Bir Birgitta Stenberg’in Çılgın yıllarındaki gibi yaşasam.Ya da Can Dündar ile Uzaklar’ı…


Oh,seek,my love,your never way

I will not be left in sorrow

So long as I have yesterday

Go take your damned tomorrow


Dorothy Parker…