Yeni eğitim-öğretim yılına başladık bu sene. Her zamanki gibi her şey çok hızlı akıyor ve günler bir öncekinden daha yoğun geçiyor. Bu sene ilk kez tanıştığım pek çok öğrencim var, hala bazılarının isimlerini öğrenemesem de kısa süre sonra oturur diye düşünüyorum. Esasen yeni yıla oldukça pozitif başlamak konusunda kendime söz vermiştim, öyle de başladım. Hatta bölüm arkadaşlarıma espri bile yapmıştım, bu sene son derece pozitif olmaya karar verdiğime dair, gülüşmüştük. Fakat anladım ki hüzün benim diğer yarım, parçacıklarımın bir kısmı, tenimin rengi, zeytin dalımın bükük boynu.
Hüzünlenmemi gerektirecek bariz sebepler yok ortada, başımıza bir felaket gelmiş değil. Lakin her an her saniye içimdeki hüzün ile birlikte yaşıyorum, gözlerimin dahi hüzünlü olduğunu söylerler. Bölüm arkadaşlarımdan biri bir gün, "seni hüzünlerin ile seviyoruz" demişti. Ben de kendimi böyle seviyorum, sevmeye çalışıyorum. İnsan bir ölçüde kendini tanır, anlar, değerlendirir, sağaltır ve yoluna devam eder, ben de yarım hüznüm ile devam ediyorum hayat yolculuğuna.
Kırılıyorum insanlara, yaşanan olaylara, çabuk unutulanlara, komşularıma, mahalleme, semtlere, sokaklara, İstanbul'a ve dünyaya. Bu kadar hassas olmayı istemezdim bir ölçüde, bir ölçüde neşemin yankılanmasını da isterdim belki. Ama olduğum gibi güzel olduğumu, bunun bana has bir özellik olduğunu biliyorum.
Hüzün, gün içinde bana eşlik ediyor çoğu zaman, benimle birlikte uyuyup uyanıyor. Özellikle şu sıralar ilginç bir deneyim yaşıyorum. Gece yatarken, uyku ile uyanıklık arasında bir yerde, berrak bir bilinç eşliğinde zihnimde bazı sahneler canlanıyor. Nasıl anlatsam, hayatın beyhudeliği üzerine, bu hayattaki anlamsızlığımız üzerine. Bunu kelimeler ile anlatmam mümkün değil sanırım, hissettiğim şey dupduru, berrak ve tamamen dünya üzerine. Bir görüntüler dizini, sahne geçişleri. Adeta hayatın ta kendisi gibi, bu kadar çok düşünüp hissetmememi söyleyen bir ses sanki, uzaklardan gelen. Ne olduğunu bilmiyorum ama derinden hissediyorum. Bu dünyada ne arıyoruz, nereye gidiyoruz? Bana tüm bunların cevaplarını veren, gaipten bir his.
Varlığım yokluğuma karışmış, suretim diğerlerine epey uzak, köy bucak, başka bir izin, başka bir toprağın peşinde.
Şu aralar beni tek mutlu eden şey, mahallemizin köşesinde yaşayan tatlı kedileri beslemek sanırım. Her gün, okul çıkışı onların yanına gidiyorum. Taş duvarın üzerine oturuyor ve verdiğim mamaları büyük bir iştah ile midelerine indirmelerini izliyorum. Öyle güzeller ki, sokağın başında elimde mama ile beni görünce adeta sevinç çığlıkları atıyorlar, hemen yanıma geliyorlar. Uzun uzun oturuyorum yanlarında, bir düş gibi ya da hayata dair bir gerçeklik arar gibi. Hiç bulamayacağım bir gerçeklik, suskun bir gerçeklik.
"faili sor, meçhulü gör,
kardeşim rahat mı için o son uykunda?
matemim duy, omzun ver,
zeytin dalımın boynu büyük,
kardeşim gel sabrımı al, acımdan büyük"