29 Kasım 2020 Pazar

Truth and Justice

Estonya'dan bir masal, bir sinema şöleni. Soğuk bir atmosfer, tarihte en sevdiğim yıllar olan 1800'ler. Muhteşem doğa manzaraları ile pek çok insanın hayat mücadelesi bir bütünlük oluşturmuş filmde. 

İzlekte, hayata dair her şeyi buldum desem abartmış olmam sanırım. Tıpkı bir Tolstoy romanı gibi, romanesk havası ile doğa manzaralarının uyumu filmin muhteşem bileşimini oluşturuyor. 

Sevgi, iş ve emekten sonra mı gelir? Bizi var eden doğaya borcumuz nedir, insanoğlunun kişisel evreni ile doğanın var olan gücü arasındaki savaşın galibi kimdir? Veyahut savaşta her zaman bir galip mi gereklidir? 

Kendimizi var ederken, insani duygulardan sıyrılmanın bizi koruduğunu ve çoğu zaman bir zayıflık olduğunu düşünüyoruz. Oysa filmde de aynen söylendiği gibi; aidiyet duygumuzu oluşturan toprak değil de sevgi. Ve sanırım bu filmin bilgesi genç yaşında hayatını kaybeden çiftliğin hanımı. 

Bunca hayat mücadelesinin içinde kendimizi var etmeye çalışırken yok oluyoruz. Sorunlu komşunun da söylediği gibi; hayat orak karşısında bir saman. Bir alev, bir basit eylem inşa ettiğimiz her şeyi yıkmaya, kesip biçmeye ve yok etmeye yetiyor. 

Uzun süredir bu kadar iyi bir film izlememiştim. Sade, açık, net ve bir o kadar da düşündürücü. Romanlarda ve sinemada, bir ömrü anlatan hikayeleri severim; bir karakterin yaşamı ya da bir hayatın izleri genelde bende farklı bir duygu oluşturur. 

Öyleyse doğruluk ve adalet nedir? Dünya kime doğrudur, kime adildir? Cevaplarını bilmediğimiz soruların peşinde koşmak bizi nereye götürür? Hayat nedir? 

Belki bir tutam cevap bulduk, belki de yine hiçbir şey anlamadan yolumuza devam ettik. Ta ki beklenen son gelene, ömür tamamlanana kadar. 

15 Kasım 2020 Pazar

Cinler

Karamazov Kardeşler'den sonra okuma yolculuğuma Cinler ile devam ettim. Dostoyevski'nin metinleri üzerine konuşmak, bir şeyler yazmak kolay değil. Bazı metinleri okuduktan sonra üzerine bir şeyler söylemek zordur, metin okurken size şahane bir edebi şölen yaşatır, siz de metin ile birlikte yaşar ve her şey bittikten sonra da metni yaşatmaya devam edersiniz. Dostoyevski sanıyorum ki böyle bir yazar. 

Dönem Rusya'sında epey kalabalık bir kurgu ekibi ile birlikte ilerler metin. Yer yer Rus insanı hakkında o bildiğimiz usta işi eleştirilerini sıralar Dostoyevski. Cinler'de, dahil olduğu örgütten ayrılmak isteyen bir gencin infazından yola çıkarak yeni bir kurgu yaratır yazarımız. Epey farklı karakterlerle dolu olan metnin bana kalırsa en ilginç kişisi Stavrogin'dir. Onun ruh halini anlamak, başarma arzusu ile olduğu yerde kalma isteği arasında gidip gelen o ince çizginin, hem haz hem de acı ile bütünleşmesi söz konusudur Stavrogin'de. Elinde var olan şeyler o kadar fazladır ki, usta işi bir maharetle hepsini yok etmeyi başarır. Kaldı ki, bu uğraşı içerisinde pek çok insanı da heba eder. Heba edilenler ise bir köşede yok olup gider fakat Stavrogin'in içindekiler yaşamaya devam eder. 

Taşralı olmak ile değişen Rusya'nın modern çehresine ayak uydurmak arasında gidip gelen karakterlerin iç hesaplaşmaları dikkat çekicidir. Politika ile yakından uzaktan ilgili olmayan fakat yaşadıkları dönemin siyasi koşulları içerisinde kendini var etmeye çalışan bir sürü metin kişisi çıkar karşımıza. Gerçekte var olmayan bir örgütten hayali bir gerçek yaratmışlar ve buna inanılmaz biçimde inanmışlardır. Politik aklın dönem Rusya'sı ile birleşmesi ile ortaya çıkan kurgu, bazı bölümlerinde insanı dehşete düşürür. Politik bir var oluş ile harekete geçen karakterlerin, içinde bulundukları taşrada kendilerine yarattıkları bir internasyonal vardır. Örgütlü olmak, çarı eleştirmek, sosyalizme meyletmek bir yana; karakterlerin metin boyunca sürdürdükleri bu düşünce dünyası sonunda bir genci öldürmeleri ile sonuçlanır. Bir zamanlar mağrur olduğunu düşündüğüm Şatov, bir anda maktul olur. 

Metnin farklı karakterlerinden biri de Kirillov'dur. İntihar düşüncesi üzerine kafa yoran, hiç olmak ve var olmak arasındaki düşünsel istekleri arasında Tanrı olma fikrini eyleme dönüştürmeye çalışan oldukça ilginç bir karakterdir. Metnin içinde dikkatimi çeken düşünceler hep Krillov'a aitti. 

Cinler, en iyi politik metinlerden biri olarak görülüyor. Lakin Cinler'i tek başına politik metin kategorisi içinde ele almak bana pek doğru gelmiyor. Dostoyevski'nin tüm metinleri az ya da çok politiktir. Zaten insan hayatı da olduğu gibi politiktir. Özellikle Stavrogin'in psikolojisi ile ilgili çıkarımlarla dolu olan bölümlerin büyüleyici olduğunu söyleyebilirim. Karamazov Kardeşler'in Smerdyakov'u ile Cinler'in Stavrogin'i arasında bazı bağlantılar keşfettim. Sanırım Stavrogin, şu ana kadar okuduğum metinler içinde en ilginç karakter oldu. 

Dostoyevski, yaşadığı çağı anlayabilme ve anlatabilme yetisine sahip bir yazar. Düşünsel açmazları bazı kurgularında karışık bir atmosfer yaratsa da, bütüncül bir bakış açısı ile değerlendirdiğimizde; onun gibi başka bir yazar daha okumadığımı söyleyebilirim. Her gün bir şekilde ritmini bozduğumuz ve yeniden yoluna koymaya çalıştığımız kişisel hayatlarımız, az ya da çok politize edilmiş durumda. Bize de kendi hayatlarımızı oturup değerlendirmek, ele alıp var olmaya çabalamak kalıyor. Olmak ile var olmak arasında bir fark olmalı.