Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da, Marmara denizi açıklarında yaşanan deprem hepimizi çok korkuttu. Okulda öğrenciler ile birlikteydik. Konferans salonunda öğrenci birliği sunumlarını izlemek için toplanmış ve tüm ortaokul olarak salonu doldurmuştuk. Görevli öğretmenimiz sahneye çıkıp eline mikrofonu aldı, tam konuşmaya başlayacaktı ki deprem olmaya başladı. Ciddi bir sarsıntıydı. Okul müdürünün talimatı ile hepimiz olduğumuz yere çöküp hayat üçgeni oluşturmaya çalıştık. Depremin bitimiyle tüm öğrencilerle birlikte hızlı bir şekilde dışarı çıkıp, toplanma yerlerine geçtik. Haliyle hepimiz için kötü bir gün oldu; özellikle de çocuklar için. Çoğu, yaşı sebebiyle 1999 depremini bilmiyor. Biz o depremde Sakarya'da oturuyorduk ve ben çocuk halimle yıkımın, acının ne demek olduğuna ne yazık ki tanık oldum.
Okulum hasar gördüğü için bir müddet çadırda eğitim aldık, aylarca evimize giremedik ve dışarıda yatıp kalktık. Hepimiz için hayatın bittiği andı sanki, dün gibi hatırlıyorum.
Bu yazıda değinmek istediğim kısım ise insanların hemen normal hayatlarına dönmüş olmaları. Birkaç gündür gözlemliyorum. Herkes normal hayatına, eğlenmeye ve yaşamaya devam ediyor. Bu umursamazlık ya da kadercilik mi, yoksa insanoğlunun unutma gücünün bir parçası mı ayırt edemiyorum. Biz, iki gün boyunca hiç uyumadık. Ayakkabılarımıza kadar giyip, bir de çanta hazırlayıp koltuklarda öylece bekledik. Geçmiş deprem deneyimimizden kaynaklı olarak çok tedirgin olduk. Annem, ben işten gelene kadar evin yakınındaki parkta vakit geçirdi.
Bir yandan insan bu gibi durumlarda; hırsın, kariyerin, mal mülk edinme sevdasının ve benzerlerinin ne kadar anlamsız olduğunun idrakine varıyor. Elbette, her an deprem olacak ve hayatımız sonlanacakmış gibi yaşamak sağlıklı değil. Lakin önümüzde de bir gerçek var. İstanbul'da ve bu içinde yaşadığımız modern çağda pek çok değeri ve sorumluluğu kaybettiğimiz gibi; ölümcül meseleler ve doğa olayları da ilgimizi çekmez hale geldi. Medya bir yandan bu konunun kaymağını yiyedursun, insanların üzerindeki bu şaşırmazlık pelerinine anlam vermekte güçlük çekiyorum. Evde hala birbirimize bakıyoruz ve oturup neler yapabileceğimizin planını yapıyoruz. Hava kararana kadar dışarıda vakit geçiriyoruz ve ne olacağını hiçbir şekilde kestiremiyoruz.
1999 depreminden ne ölçüde ders aldık cevap vermesi zor. Aslında zor değil lakin kabullenmek istemediğimiz gerçekleri yadsıyoruz. Umuyorum; olası bir İstanbul depremi öngörüldüğü kadar büyük acılara sahne olmaz.