30 Ağustos 2015 Pazar

Tezer Özlü: Kalanlar

"Haykırmak istediğim çok şey var. Büyük kayıplar yıkacak değil bizi. Açıkça birbirmizle konuşamıyorsak ben ağlamak, bağırarak ağlamak için bahçenin yeşillikleri gerisindeki odama geçiyorsam, biliyor musun, ne güzel ağıtlar içinde uyuyakalmak?"

***

"Yaşamım yazarların acısını aramak oldu. Çocukluğumda Dostoyevski'nin nihilist acısını buldum. Otuzumda Pavese'nin intihar acısını. Bugün Berlin'de Peter Weiss'in antifaşizm acısını."

28 Ağustos 2015 Cuma

Fethiye Çetin: Anneannem

Bir yaşam öyküsü bu. Heranuş Gadaryan'ın tam 95 yıllık yaşam öyküsü. Fethiye Çetin, anneannesinin yaşadıklarını güzel bir anlatı kitabında toplamış. İnanın, kelimeleri bir araya getirmekte zorlanıyorum. Samimi olarak söylüyorum, Heranuş'un hikayesini gözlerim dolu dolu okudum. 95 yıla sığdırılmış bir dolu acı ve özlem. 

Ermeni katliamı sırasında annesinden, babasından ve kardeşlerinden zorla alıkonan Heranuş'un öyküsünü, torunu Fethiye Çetin'in kaleminden okuyorsunuz bu kitapta. 

İçindeki derin özlem duygusu ile, yakınlarının hayatta olup olmadıklarından bile bir haber, dini, dili ve kimliği zorla değiştirilmiş bir kız çocuğu.

Bu topraklarda yaşanan acılara, bir sürü hikayeye daha fazla sırt çevirmememiz gerektiğini düşünüyorum ülke olarak. Bırakalım herkes hikayesini anlatsın, acılarımıza ortak olalım. 

26 Ağustos 2015 Çarşamba

Edmondo De Amicis: İstanbul

1870'lerde İstanbul'a gelen ve çok sevdiği bu şehre dair gözlemlerini bir kitap haline getiren Amicis'ten bir bölüm paylaşmak istiyorum. Kadınları anlatan Amicis şöyle diyor: "Beyaz yaşmaklı, erguvani Boğaz'ın maviliği içinde bir kayıkta oturmuş ya da bir mezarlığın loş yeşilliğinde çayırlara uzanmış bu kadınlardan birini görmeniz lazım; hatta daha iyisi, İstanbul'un, sonunda ulu bir çınar bulunan, dik, tenha ara sokaklarından birinden inerken rüzgar esip de yaşmağı ve feracesini uçuşturduğunda boynu, ayakları ve şalvarın alt kısmını açıkta bıraktığında görmeniz lazım; sizi temin ederim ki, böyle bir anda, Muhteşem Süleyman'ın başkasının karısına kızına verilecek her buse için para cezası koyan müsamahakar hükmü hala yürürlükte olsaydı, Harpagon bile cimriliğini bir kenara atardı. Rüzgar estiği zaman, Türk kadınları feracelerini zapt etme zahmetine girmezler, Müslüman kadınların edep duygusu dizlerden aşağı inmez, hatta bazen daha yukarıda kalır."

Yapı Kredi Yayınlarından çıkan bu güzel kitabın çevirisi Filiz Özdem'e ait. İçerisindeki enfes gravürler ise Cesare Biseo'nun. Amicis'in İstanbul gözlemlerini daha detaylı, roman tadında okumak isterseniz kitabı almanızı tavsiye ederim. 

Michael Farquhar: Hanedan Skandalları, Avrupa Kral ve Kraliçelerinin Seks ve Cinayet Tarihi

Skandal, günümüz dünyasında bize şaşırtıcı gelen, kendi değer yargılarımıza ters düşen olayları tanımlarken kullandığımız bir sözcük. Hele ki skandal dediğimiz olayların başkahramanları birer ünlü ise, o zaman skandal sözcüğünün cazibesi epey artıyor. 

Michael Farquar; skandal olarak nitelediği Avrupa hanedanlarının hayat hikayelerine yer vermiş bu kitabında. İspanya, İngiltere, Fransa ve Avusturya gibi ülkelerin kapalı kapılar ardında yaşadıklarını, magazinsel boyutları ve kendi değer yargıları ile incelemiş. 

Oldukça basit bir düzeyde, eğlencelik bir kitap niyetinde. Sağdan soldan duyup merak ettiğimiz, bu Avrupalı soylular neler neler yapmışlar dediğimiz bilgileri, popülist bir anlatım tarzı ile ele almış yazar. Kitap, İleri Yayıncılık tarafından basılmış. Benim elimdeki ikinci baskısı. 

Kitabın tamamını okumadım; yalnızca dikkatimi 3. ve 7. kısımlar çekti. 3. kısımda aslında hepimizin az çok yakından tanıdığı İngiliz Kralı 8. Henry ve sansasyonel evlilikleri anlatılmış. Bu konuda okuma yapmayı tercih etmeyenler için "Tudors" isimli diziyi öneririm. 7. kısımda ise; Roma anlatılmış. İlgi alanıma girdiği için Roma adlı bölümü de severek okudum. 

Magazinel tarihe meraklıysanız, bu konuda yazılmış uzun makaleler sizi sıkıyorsa bu tarihi roman tadındaki kitabı alıp şöyle bir karıştırmak size keyif verecektir. İyi okumalar dilerim. 

23 Ağustos 2015 Pazar

Georges Duby: Batı'da Aşk ve Cinsellik

Georges Duby, Annales geleneğinin önemli temsilcilerinden biri. Annales okulu olarak literatüre geçen bu gelenek, tarih yazıcılığı geleneklerinden bir tanesidir ve Fransız temellidir. Annales geleneği nedir? Kısaca belirtmek gerekirse; psikoloji, sosyal psikoloji ve sosyoloji gibi bilim dallarının tarih ile olan işbirliğini ifade eden bir gelenektir. Benim en sevdiğim ekollerden bir tanesidir. Annales geleneği ile yazılmış kitapları okumaktan büyük bir keyif duyuyorum. 

Georges Duby, Batı'da Aşk ve Cinsellik adlı kitabında çeşitli makaleleri derlemiş. Özellikle Antik Roma ile ilgilendiğim için, kitabın birinci bölümünde yer alan "Roma'da Eşcinsellik" ve "Antik Yunan'da Eşcinsellik" adlı bölümleri çok sevdim. Aynı zamanda, lgbti bireylerin de okuması gerektiğini düşündüğüm bir kaynak kitap niteliğinde. 

Kitap toplamda üç bölümden oluşuyor. Birinci bölümün adı: "Özgür Aşk: Oyunun Kuralı." İkinci bölüm adı: "Çift: Bir Erkek Bir Kadın." Üçüncü bölümün adı ise: "Zevk ve Acı: Tutkunun Hastalıkları." 

Eğer toplumsal tarihe ilgi duyuyorsanız kesinlikle tavsiye edeceğim bir kitap. İletişim Yayınları özenle basıma hazırlamış kitabı. Keyifli okumalar. 

Yüksek Lisans Tez Konusu Bulmak ve Tez Önerisi Yazmak

Eylül ayı itibari ile tez önerimi esntitüme teslim etmem gerekiyor. Akabinde de tez yazmaya başlayacağım. Bir yandan yoğun olarak çalıştığım için, tezime zaman ayırmak benim için bir hayli zor olacak lakin yapabileceğimi düşünüyorum. 

Uzun süredir kendime bir tez konusu bulmaya çalışıyorum. Bazı arkadaşlarım hemen belirleyebildiler lakin ben bir türlü karar veremedim. Nihayet bugün karar kıldım ve yazıya geçirmeye başladım. 

Öncelikle biliyorum ki tez konusu bulmak bile başlı başına büyük bir enerji ve araştırma gerektiriyor. Öncelikle tavsiyem, yüksek lisans arkadaşlarınız ile sürekli fikir alışverişinde bulunmanız. Ben, arkadaşlarımla bu konuda sohbet ederken ortaya inanılmaz güzel fikirler çıktı. Bir başka tavsiyem ise sene içerisinde yapmış olduğunuz ödevleri şöyle bir düşünün. İçlerinde tez yazılabilecek bir konu olabilir ve siz gözden kaçırmış olabilirsiniz. 

Ulusal Tez Merkezi'nin sitesine muhakak girin, yazmak istediğiniz tez konusu ile ilgili daha önce başka bir tez yazılmış mı bir bakın. Tekrara düşmenizi engelleyecektir. Yazmak istediğiniz konu ile ilgili bir tez var diyelim, tezi şöyle bir inceledikten sonra aynı konuyu nasıl farklı işleyebilirim diye düşünün. 

Ben şahsen, internet üzerinden makalelere bakarken buldum tez konumu. Daha sonra bir araştırma yaptım, bu alanda bir tez yazılmış mı, yazılmamış diye.

Elbet ortaya içinize sinen güzel bir tez konusu çıkacaktır. Birkaç gününüzü sıkı bir araştırmaya ve iletişime ayırdığınızda illa ki karşınıza çıkıyor. Tabii bu süreçte danışman hocalarınızdan ya da ders aldığınız hocalarınızdan da yardım istemek etkili bir yöntem. Onları da heyecanladıracak konular çıkabiliyor ortaya. 

Umarım tez yazımı konusunda sıkıntı yaşamam ve güzel bir yüksek lisans tezi ile mezun olurum önümüzdeki yıl. Başarılar dilerim, sağlıcakla kalın. 

22 Ağustos 2015 Cumartesi

Can

bir adam var bilirim
bir adam var içimde, geçmişimde
bir adı var dilimde
bir adam var günümde, gündüzümde

can, kısa bir an
büyük adam, can

seni özledim, biriktirdim
yeşil gözlerin, gülüşlerin

oturduk seninle bir odanın köşesinde
bıraktım elini, gitmeyi istedin de 
yine de söyle, bakıp uzaktan duyar mıydın şarkı mı
sen söyle, seyre dalar mısın
izleyip beni bırakmazsın

can, kısa bir an
çok uzun zaman, can

jehan barbur

Denenmemiş Denemeler

Yolun sonuna varmak bir anlam ifade etmiyordu benim için. Gün içerisinde yüzlerce kez yolun sonuna varıyordum. Hayata adapte olamamaktan muzdarip bir ruh hali içinde görünüyordum dış dünyanın fizikselliğinde. Lakin bundan memnundum ben, hayata adapte olmak demek yani dış dünyada görünür hale gelmek demek insanların arasındaki gündelik varlığımı pekiştiriyordu. Günlük hayat içerisinde var olmak istemiyordum, dört duvar arasında daha güvende hissettiğim için değil, daha çok kendime yaklaştığım içindi bu tutumum. Ölçüsüz olabiliyordum, hayatın varlığını sorguluyordum ve köşemin alanı içerisinde olmak mutlu ediyordu beni. 

Herhangi bir noktaya varmanın saçma olduğunu düşünüyordum. Hayal etmek bile başlı başına güzeldi. Hayal ettiğim şeyleri gerçekleştirmeye güç bulamıyordum. Yaşam yitip gitmiyordu benim için, kendi varlığımı kendi sınırlarım içinde belirliyordum. 

Masamın başında içtiğim çaya, inadına beni öksürten sigaraya karşı koyamıyordum. Sürekli notlar alma ihtiyacı duyuyordum. Bugün yaptığım gibi mesela, intihar eden yazarları bir bir not etmek gibi.

Küçük bir masa koymuştum yatak odasının içine, eğilerek yazı yazıyor ve omuzlarımın her geçen gün yer çekimine karşı koyamadan eğilmesini gözlemliyordum. İnsanın kendini gözlemlemesinin ayrıntıları ve önemi üzerine düşünüyordum. Arada cep telefonuma bakıyor, hiçbir arama ya da mesaj olmamasına rağmen bakma ihtiyacı duyuyordum. Bu, yalnızlığımdan sıkıldığım anlamına mı geliyordu? Bir çağrı beni fiziksel hayata döndürebilir miydi? Oracıkta, dışarıda yaşanan o gündelik hayata dönmek istiyor muydum? 

Elimde değil. Birkaç kitap ile masamda boş boş oturmak bile bana iyi geliyordu. Kimi zaman ise aynanın karşısına geçip güzelliğimi sorguluyordum. Fiziksel hayata önem vermeyen birinin güzelliğini sorgulaması normal midir? Yoksa bu bir anomali midir? Güzeldim. Pek çok şeyin olmadığı gibi, güzelliğin ölçüsünün olmadığı gibi. Erkekler için yakışıklı, kadınlar için ise güzel sıfatlarının kullanılmasına hayret ediyordum. Neydi bu iki cinsi bu kadar çok ayrıştıran, kalıplara sokan? Fiziksel özelliklerimizi ifade ederken bile niçin her iki cins için de farklı sıfatlar kullanıyorduk? Güzel olan ile yakışıklı olan arasındaki esas fark neydi? Bir çük ve bir kuku gibi geliyor bana. 

Edouard Leve: İntihar











"Dünyaya uyum sağlayamadığını hissetmek seni şaşırtmıyordu da dünyanın, içinde yabancı gibi yaşayan birini yaratmış olmasına şaşırıyordun. Bitkiler intihar eder mi? Hayvanlar umutsuzluktan ölür mü? Onlar ya işler, ya yok olurlar. Sen belki de evrimin zayıf halkası, kaza sonucu ortaya çıkmış bir iziydin. Bir daha canlanmamaya yazgılı, geçici bir anomaliydin."

20 Ağustos 2015 Perşembe

Riff Cohen: Marrakech












Riff Cohen yeni bir şarkı ve yeni bir klip ile an itibariyle tekrar aramızda. Helas'tan sonra bugün bir şarkı ve bir klip daha gelmesi beni oldukça mutlu etti. Yine oryantal ezgilerle süslenmiş, yine Riff yorumu ile seslendirilmiş bir parça. Marrakech şiddet ile tavsiye edilir. Duyduk duymadık demeyin. 

18 Ağustos 2015 Salı

North & South
















North & South, 2004 yapımı bir mini dizi. BBC kanalında gösterime giren dizi toplamda her biri hemen hemen bir saatlik dört bölümden oluşmakta. 2004 yılından bu yana epey zaman geçse de, dizi olanca güzelliği ile seyredilmeyi bekliyor. 

İngiliz Sanayi Devrimini ve dönemin tarihini konu alan dizi, bir ailenin ve genç bir kadının bakış açısı ile seyrediyor. Margaret, annesi ve papaz babası ile İngiltere'nin güneyinde kırsal bir bölgede yaşayan, iyimser ve olgun genç bir kadın. Babasının kilise yönetimi ile olan problemleri sebebi ile İngiltere'nin kuzey bölgelerinden Milton'a taşınma kararı alıyorlar. Güneydeki sessiz ve sakin hayatlarından, Milton gibi sanayi şehri olmaya aday ve yoksulluğun yaşandığı bir kente alışmak aileyi epey zorluyor. 

İngiliz tarihini ve sınıfsal çatışmaları oldukça güzel aktaran BBC dizilerini sevmemek elde değil. Bugün yalnızca, dünyanın gelişmişliği daha doğrusu medeniyet için atılan adımların en büyüğünden sayılan İngiliz Sanayi Devriminin iç yüzü, sınıf ayrımı ve işçi hakları üzerinden devam eden dizi, bize devrimin görülmeyen ya da görülmek istenmeyen yanlarını aktarıyor. 


Dizideki en güzel ayrıntılardan biri şu ki, daha önce Downton Abbey'de severek izlediğimiz Brendan Coyle, bu yapımda da karşımıza çıkıyor. 

North & South, müzikleri de dahil olmak üzere her yönü ile oldukça başarılı bir dizi. Margaret'ın ilk bölümün sonunda söylediği şu dokunaklı sözler ile bitirmek istiyorum yazımı: "Sanırım Tanrı burayı terk etmiş. Sanırım cehennemi gördüm. Cehennem beyaz, kar beyazı."

Nate Ruess: Great Big Storm

Bu aralar en sık dinlediğim şarkının kahramanı Nate Ruess. İlk solo albümünden üçüncü klip Great Big Storm adlı şarkıya çekildi. Nate'in solo albümü de, grubun çalışmaları kadar güçlü. Kendine has bir tarz oluşturan Nate, yoluna sade ve güzel adımlarla devam ediyor.

Bilmiyorum, sadece ben mi böyle düşünüyorum; Nate'in solo albümündeki şarkıların hepsinde beni yansıtan bir şeyler var. Sanki bir parça umut ışığı, bir parça yıldız tozu serpilmiş her şarkıya. Great Big Storm adlı parçayı dinlemenizi tavsiye ediyorum, hatta klibin kamera arkası da oldukça zevkli. Mutlu günler dilerim. 

Virginia Woolf: Yalnızlık Bir Ömür

Haziran 2015 tarihinde ilk baskısını yapan aforizmalar, Virginia Woolf'e ait. Zeplin Düşünce tarafından basılan eserin çevirisini ise Nil Sakman üstlenmiş. Woolf, aforizmalarında genel olarak kadın ve erkek ilişkileri, iki cinsin birbirlerini algılayış biçimi üzerinde duruyor. Bunun dışında en sık değindiği konularından biri ise kuşkusuz ki edebiyat. Kimi zaman da sağlık üzerine yazmış Virginia. 

Bu küçük kitapta kendinizden pek çok şey bulmanız mümkün elbette daha fazlasını ise Virginia'da bulacaksınız. 

"Shakespeare'in önemsiz bir şarkısı, yoksul ve kötülere dünyadaki tüm vaiz ve hayırseverlerden daha fazla yardımcı olmustur. Bu nedenle mesajimizi carpitmadan göndermek yolunda harcanan hiçbir saat, bulunduğumuz hiçbir özveri fazla olamaz."

17 Ağustos 2015 Pazartesi

Yeni Okul Yeni Heyecan

İki gün sonra yeni okulumda göreve başlıyorum. Daha doğrusu, okula bu yıl gelen öğretmenler için bir barbekü partisi hazırlanmış. Önce orada bulunucağım. Ardından ise oryantasyon programım başlıyor. Üçüncü öğretmenlik yılımdayım lakin her yıl okullar açılmaya başlayınca içim kıpırdıyor, bir de bu yıl yeni bir okulda görev yapacak olmanın heyecanı var. Umarım yeni eğitim ve öğretim dönemi bana sağlık ve başarı getirir. Geliyorum yavrucanlarım. 

9 Ağustos 2015 Pazar

Vivian Maier
















Vivian Maier, 1 Şubat 1926 doğumlu bir kadın. İlk etapta sıradan biri gibi duruyor. Epey uzun boylu, dönemin giyim tarzından farklı giyinen, postallarını ayağından neredeyse hiç çıkartmayan, büyük ve geniş kabanlar giyen ve başından fötr şapkasını esirgemeyen bir kadın o.

Aile geçmişine baktığımızda ise, durum tam bir sır perdesi. Vivian, Amerika'ya geldiğinde önce bir tekstil firmasında çalışıyor. Ardından, uzun yıllar süren dadılık macerası başlıyor. Pek çok ailenin uzunlu kısalı dadısı olarak görev yapıyor. Evinde dadılık yaptığı ailelerden ise istediği olmazsa olmaz bir nesne var. Bu bir asma kilit! Kapısını sıkı sıkıya kilitliyor ve oraya kimsenin girmesini istemiyor. 

Vivian, yaşadığı süre boyunca bir sürü fotoğraf çekiyor. Fotoğraf temalarına bakıldığında, Amerika'nın yoksul semtlerinin, insanların günübirlik hayatlarının kayıtlarını tutttuğu görülüyor. 83 yaşında hayata gözlerini yuman Vivian, yaşarken tanınan bir fotoğrafçı değil. Hatta kendisinin fotoğraflarını gören insan sayısı çok az, kendisi bile bazı fotoğraflarını baskı halinde görebilmiş değil. Bu durum işi biraz gizemli kılıyor hatta biraz dememeliyim, epey gizemli kılıyor. 

Tüm bu gizemi bir ölçüde çözen ve Vivian'ı gün yüzüne çıkaran John Maloof'a çok şey borçluyuz. Vivian'ın hayat hikayesini anlatan güzel bir belgesel film de mevcut. Orijinal adı "Finding Vivian Maier" olan film dilimize, "Vivian Maier'ın Peşinde" olarak çevrilmiş. 

Bu ilginç bir o kadar da başarılı yaşam öyküsüne dokunmak ve Vivian'ın çektiği olağanüstü fotoğraflar ile tanışmak için, belgesel filmi izleminizi tavsiye ediyorum. Hele ki biraz fotoğraf ile ilgileniyorsanız, Vivian'ın fotoğraflarına aşık olmamanız mümkün değil.

Huzurlar içinde uyu Vivian. 

Küçük Bir Kız Çocuğu

Bugün markette küçük bir kız çocuğu ile karşılaştım. Kasada hemen önümdeydi, muhtemelen annesinin almasını istediği yemeklik birkaç şey almıştı. Kasadaki görevliye uzattığı paradan bir miktar bozukluk arttı. Bir anda ortadan kayboldu, geri geldiğinde elinde kocaman bir portakallı gazoz, yüzünde ise görülmeye değer bir mutluluk vardı. Bu mutluluğa şahit olduğum için çok şanslıyım, küçük mutluluklar nasıl da yetiyor çocuklara, yetişkinlere yetmediği kadar. 

8 Ağustos 2015 Cumartesi

Tigran Hamasyan: Lament












Tigran'ın bu yılki duraklarından bir tanesi Türkiye idi. Anadolu'nun pek çok şehrinde, antik mekanlarda konser verdi. Bunlardan en güzeli ise Ani Harabelerinde vermiş olduğu konserdi. Ani'de bulunabilmeyi çok istemiştim. Lakin telafi edebildim, Tigran'ın bir sonraki durağı İstanbul oldu. Aya İrini Kilisesinde vermiş olduğu şahane konser, müziğine olan özlemimi dindirdi. Tigran'ı kısa zaman sonra yine ülkemizde görmek isterim. 

Üç hafta önce Lament adlı çalışması ile yeniden kucakladı bizleri Tigran. Yönetmenliğini Mirzoyan'ın yapmış olduğu klibi muhakkak izlemenizi tavsiye ederim. The Poet'te olduğu gibi, siyah beyaz bir tema seçilmiş klip için. Şarkı ise gerçekten çok güzel. 

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Puslu Kıtalar Atlası

"Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Oysa Uzun İhsan Efendi, Dünya'nın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi. Her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı. Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu Dünya'nın şahidi olmaktı."

Ayvalık, Sarımsaklı ve Cunda Adası II

Ayvalık'ın en meşhur balığı Papalina. Yalnızca o bölgenin denizinde çıkıyormuş anlatılana göre. Hatta herhangi bir yerde balık istediğinizde, balık adı söylemezseniz hemen Papalina yapılıyor. Hamsiden ayırt edilmesi güç, minik bir balık lakin oldukça lezzetli. Tekne turunun rotalarından bir tanesi de Cunda Adası. Cunda'da bir saatlik bir gezinti molası veriliyor. İlk yarım saat bir rehber eşliğinde kısa bir Cunda turu yapılıyor. Ardından kalan yarım saat ise serbest zaman olarak planlanmış. Cunda, tek kelime ile enfes bir ada. Sarımsak taşından yapılmış eski binalar, severek izlediğimiz pek çok dizinin çekildiği tarihi evler ve labirenti andıran yolları ile eşsiz bir güzellik. Kıyı boyunca pek çok balık restaurantı var. Hepsi de şirin, tatlı mekanlar. 

Rehber eşliğinde gezilen en önemli yer Taksiyarhis Kilisesi. Rumların yaşadığı dönemden kalan bu Ortodoks Kilisesi oldukça ihtişamlı. Koç Ailesi tarafından restore edilen kiliseye bir de müze eklenmiş. Dilerseniz müzeyi de gezme imkanınız var. 

Cunda'ya gelmişken el sanatları çarşısına uğramadan geçmeyin. Ben el yapımı birkaç tane magnet aldım. Cunda'nın kedileri meşhur olduğu için, kediler ile ilgili pek çok süs eşyası göreceksiniz. Zeytini ve zeytinyağı ile de meşhur olan Cunda'dan küçük bir şişe zeytinyağı da alabilirsiniz. Ben ise, zeytin çiçeğinden yapılma kolonyayı tavsiye ediyorum. Çok hafif ve güzel bir kokusu var. Sakızlı dondurmayı da unutmamak lazım, gayet hoş bir dondurma. 

Tekne turu ile gezdiğimiz Cunda'daki bir saat bize yetmedi. Bir akşam vakti, minibüs ile Sarımsaklı'dan Ayvalık'a geçtik. Ayvalık'tan ise tekne ile Cunda'ya geçtik. Eğer arabanız yoksa kesinlikle Cunda'ya geçmek için tekneyi kullanın. Ayvalık'a döndüğünüze ise Ayvalık tostu yemeden ayrılmayın, tostlar gerçekten çok leziz. Geri kalan vaktimizi ise Sarımsaklı Plajlarında denize girerek geçirdik. 

Ayvalık, çok küçük birikimler ile tatil yapabileceğiniz bir yer, kesinlikle tavsiye ederim. İyi tatiller, bol eğlenceler. 

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Ayvalık, Sarımsaklı ve Cunda Adası I

Bu yaz tatilimizi okuldan öğretmen arkadaşlar ile planladık. Çok iyi bir arkadaş grubumuz var, dört erkek plan yapıp düştük yollara. Hedefimiz ise Sarımsaklı idi. Sarımsaklı'ya indiğimiz gibi günlük kiralık daireler bakmaya başladık. Sarımsaklı'da ortalama günlük kiralık dairelerin fiyatları 150 lira. Güzel bir daire bulabilmek için biraz dolaşmanızı, hemen karar vermemenizi tavsiye ederim. Sahile yakın güzel bir evde karar kıldık. Evin iki tane kliması olması en büyük önceliğimizdi. Çok işe yaradı. Bunun dışında Sarımsaklı'da en önemli sorun ne yazık ki su. Yazın nüfus bir anda tatilciler ile birlikte artınca, sık sık su kesintileri yaşanıyor. Sarımsaklı'daki çeşmelerde ve halka açık tuvaletlerde bile su olmadığına şahit oldum. Eğer Sarımsaklı'da tatil yapmayı planlıyorsanız tutacağınız evin muhakkak ki hidroforunun olmasına dikkat edin derim. Yoksa tatiliniz bir kabusa dönüşebilir. 

Eve yerleştikten sonra ilk günü denizde geçirdik. Sarımsaklı'nın oldukça uzun bir plajı var, kumu da bir hayli güzel. Denizinin çok temiz olduğunu söyleyemeyeceğim, suyu da bir hayli tuzlu. Fakat suyun daha temiz olduğu plajlar mevcut. Zaten plajının uzunluğu daha en baştan insanı cezbediyor. Şezlong kiralamak isterseniz farklı fiyatlar ile karşılaşabilirsiniz. Örneğin bir plajda iki şezlong 20 lira iken bir yanındakinde 25 lira olabiliyor. Fiyatlar için konuşmakta yarar var. Yalnızca iki gün şezlong ihtiyacı duydum ben, o da rahat güneşlenebilmek için. Onun dışında havlularımızı halk plajındaki kumlara yayıp denize girdik. 

İkinci günü tekne turuna katıldık. Eğer birkaç erkekseniz tekne turlarının çoğu sizi kabul etmiyor. Daha önce yaşanılan taşkınlıkları öne sürüyorlar. Bu durumda iyi bir tur rehberine denk gelmeniz gerekebilir. Bizim şansımız yaver gitti. Hemen hemen tüm turlarda fiyat aynı 35 lira. Turun içerisinde animasyon, müzik ve yemek var. Papalina adı verilen balık çok ünlü. Sınırsız balık, ekmek ve salata ikram ediyorlar. Ardından bir de meyve servisi var. Çıplak Ada, Kleopatra Plajı ve Ortunç Koyu teknenin konakladığı yerler. Koyları oldukça temiz ve suyu da bir hayli soğuk. Bu koylarda belirli süreler için yüzme şansınız da var. Oldukça zevkli oluyor. 

İkinci bir yazı ile tatil maceramı anlatmaya devam edeceğim. Arkası yarın diyelim. Sağlıcakla kalın.