31 Temmuz 2014 Perşembe

Gizli Anların Yolcusu : Kitap Çözümlemesi II

İlk yazımda kitaptaki teknik hatalardan bahsetmiştim.Normalde detayları aklında tutabilen ya da detaylara takılan bir okur değilimdir.Lakin yazar kitabın cep boy basımının 159. sayfasında Bora'nın üniversite ikinci sınıfın sonunda Eskişehir'den İstanbul'a yatay geçiş yaptığını yazıyor. 246.sayfada ise Bora'nın üniversiteyi kazandıktan bir sene sonra yatay geçiş yaptığını okuyoruz.Kitap için çok önemli bir ayrıntı olmayabilir ama teknik olarak önemli bir ayrıntı olduğunu düşünüyorum.

Bora'nın yaşadıkları fazla acı.Başkişisi eşcinsel olan karakterleri çok fazla dramatize etmeden anlatmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum.Yeni yeni edebiyata yer edinen bu konuda halkın da ilgisini çekebilmek ve hikayeyi popülarize edebilmek için bu yola başvurulmuş kitapta.

Kitabın satıldığı sitelerdeki okuyucu yorumlarına bakınca üzüldüm.Halk tarafından çok okunan bir kitap söz konusu olunca yazarların daha dikkatli olması gerektiğini düşünüyorum.Toplum tarafından hassasiyeti malum konuları ele alırken toplumun genel kanısı üzerinde etkili olduklarını unutmamalı yazarlar.Nitekim Bora,kitabı okuyan insanlar tarafından kabullenilmiş.Bora'nın halk tarafından bir -eşcinsel olmasına rağmen- bu kadar kabul edilip sevilmesinin altında yatan neden ne yazık ki geçmişinde uğradığı tecavüz,acılar ve sıkıntılar silsilesi.Yani halk Bora'nın eşincelliğini doğal olmaktan ziyade acınası ve bu yüzden bağıra basılası olarak görmüş.Bu maalesef çok üzücü.Bir şeyleri değiştirmeye çalışırken sanki daha da beter hale getiriyoruz.

Her şeye rağmen pek de samimi bulmadığım Bora'nın hikayesini yarım bırakmak istemiyorum.Kitap yolculuğum Bora'nın Kitabı ile devam ediyor.Belki bu kitapta bir şeyler değişir.

Gizli Anların Yolcusu : Kitap Çözümlemesi I

Yaz günlerinde ağır kitaplar okumaktan pek hoşlanmıyorum.Belki de zor geliyor.Bu sebeple yazları kitapçıları gezdiğimde elim hep Everest cep kitaplarına gidiyor.Gizli Anların Yolcusu piyasaya çıktığından beri kitabı bilinçli olarak okumadım.Ayşe Kulin'in,eçcinselliği popüler kültürün bir parçası haline getirmeye çalıştığını düşündüm.Uzun zaman sonra kitabı okumaya karar verdim.

Kitabın başkişisi Bora,bir eşçinsel.Doğu'da büyümüş ve küçükken tecavüze uğramış.Kitapta açıkça Bora tecavüze uğradığı için eşsincel olmuştur denilmese de işlenmek istenen bu gibi geldi bana.Tecavüz sonrası eçcinsel olunur ! Bu da toplumdaki en büyük yanılgıyı destekler nitelikte maalesef. (Ayşe Kulin Bora'nın Kitabı'nda yani serinin ikinci kitabında Bora'nın tecavüzden önce de erkeklere ilgi duyduğunu anlatmış.En azından bu iç ferahlatıcı !)

Bora üniversite okuduktan sonra İstanbul'a gelir,çalışmaya başlar.Evli aynı zamanda çocuk sahibi patronuna aşık olur.Evli adam eşcinsel değildir.Hatta kırklı yaşlarında olan bu adam hayatı boyunca erkeklere ilgi duymamış,aklının ucundan dahi böyle bir şey geçirmemiştir.Kitapta patronun Bora'ya olan ilgisi önce ona olan acıma ve koruma duygusu ile başlar.Burada da karşımıza büyük bir yanılgı çıkmakta.Evli patron Bora'ya sırf acıma duyguları ile yakınlık gösterir.Bu da epey sevimsiz olmuş bana göre.

Bora karakteri feminen değil.Lakin evinde ayıcıklar biriktiriyor.Sanırım bir eşcinsel aşk söz konusu olunca şahısların birbirlerine aldıkları hediyeler arasında ayıcıkların olması,olmazsa olmaz tasvirlerden.Burada da büyük bir yanılgı,yanlış değerlendirme ve tektipleştirmeden bahsetmek mümkün. -Bora kitabın bir yerinde sevgilisinin evin içinde boxer üzerine ceket giyerek dolaşmasını istiyor,kendisi de giyiyor.Bu bana pek bir garip geldi,anlamsız buldum- Bunun yanında patron çok zengin bir adam.Bora'ya ev alıyor,pek çok pahalı hediye veriyor.Kitapta alttan alta anlatılmak istenen Bora'nın aşkı değil de Bora'nın patronunu bol miktarda kullandığı.Evli patron yine toplum tarafından aklanıyor.

En basit haliyle diyebiliriz ki : Eşcinsel adam patronuna aşık evet ama parasını da bir güzel kullanıyor.Eşcinseller evli adamlarla bu yüzden kırıştırır.Onları kullanır.Bir de evliliklerini bozar.Ama evli olan patron sırf evli olduğu için toplum tarafından yargılanmaz.Bora kendini geçmişi sayesinde acındırdığı için adamcağız ne yapsın koruyup gözeteyim derken aşık oluverir Bora'ya !

Kitapta teknik hatalara da rastladım.Hepsini bir yazıda anlatmak güç bir devam yazısı daha yazacağım.Biraz dinlendikten sonra.

24 Temmuz 2014 Perşembe

Acı












"Bu kış günü buralara gelmek için insanın iki sebebi olmalı.Ya kendinden ya da birilerinden kaçıyor olmalı.Sen neden kaçıyorsun ?"

Cemal Şan 

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Sonsuz













Sonsuz,yönetmenliğini Cemal Şan'ın üstlendiği kurguda ise Yedi Numara'dan tanıdığımız Şenol Şentürk'ün yer aldığı,güzel müzikleri ise Nail Yurtsever'e ait 2009 yapımı bir film.
Cemal Şan,bu ülkede en beğendiğim yönetmenlerden biridir.Ali,Zeynep ve Dilber'in Sekiz Günü sinema tarihimizdeki en başarılı yapıtlar arasındadır.Ki bunlardan başka bir filmi daha var ki,benim hayatımda izlediğim en iyi filmdir.Acı.

Sonsuz'da;kanser hastası Volkan ve Serhan'ın hikayesini izliyoruz.Bir de Süleyman baba var.Hayata dair kısa ve öz öğütler veren filmin özellikle son sahnesi oldukça etkili.Elbette diğer Cemal Şan filmleri gibi tam rayına oturmuş,tam olmuş diyebildiğim bir film değildi ama yine de çok sevdim.Özellikle hastalığın dilinden gayet gerçekçi bahsedilmiş,hasta olmayanların anlayamayacağı türden.

Filmin renkli simalarından Cihan,bir yerde şöyle diyor : "Hayat bu kadar kısa işte.Üçün beşin peşine düşersen nerede başlayıp nerede bittiğini anlayamazsın."

22 Temmuz 2014 Salı

Masumiyet














"Ceza derler oğlum buna,ceza.Hakim kime kalem kırar düşündün mü hiç ? Kimi falakaya yıkarlar ? Kimi orospu yapıp kimi aç öldürürler ? Kim gözünü kırpmadan beynine sıkar kurşunu ? Koyun gibi kesilmeyi bekleyen şerefsizler mi ? Beş paralık düzenleri için hayatlarını peşkeş çeken pezevenkler mi ? Söyle lan kim !"

Zeki Demirkubuz

Hayatında sigara nedir bilmeyen bana bile sigara aldırıp ardı ardına dört tane içmeme sebebiyet veren film.

Her Şeye Rağmen

Bugün hastanede kaldığımız odanın karşısına yeni bir hasta geldi.Yanında bir de kızı vardı, refakatçi.Suriye'deki savaştan kaçmışlar,oğlunun biri kaybolmuş bir diğeri de savaş sırasında hayatını kaybetmiş.Kızının çocukları yani torunları ise Suriye'de kalmışlar.Getirememişler buraya.Teyze üzgüntüsünden çok ağır bir rahatsızlık geçirmiş.Yüzlerinden hüzün okunuyordu.Çok iyi,kalbi temiz pırıl pırıl insanlar.

Bazılarımız hayatlarını eğlence,sefa,tatil ve huzurla geçirirken bazılarımız ise derin yaralarla sarsılıyor.Sürüklenip duruyor oradan oraya.Bu kendi hayatımız için de böyle.Adaletin bir taşın arkasına saklandığını ve bir türlü günyüzüne çıkmadığını düşünüyorum bazen.Bütün bu kötülüklere karşı ayakta durmaya çabalıyoruz.Bizim de çabamız hayatta kalmaya yönelik,sürekli savaşmaya ve mücadele etmeye...

Tüm bunlara rağmen isyan etmiyorum,isyan etmeyeceğim.Her şeye rağmen şükürler olsun.Her şeye rağmen yüzlerce,binlerce kez şükürler olsun.

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Koza Kelebeği Bilmez



















Robin Sharma'yı meşhur kitabı Ferrarisini Satan Bilge ile tanıdım.Okuduğumda henüz bir lise öğrencisiydim.Severek okuduğumu hatırlıyorum.Belki de ilk kez böylesi öğretileri okumaya başlamıştım.

Bugün İstanbul'dan dönmeden önce biraz ikinci el kitapçılara göz atayım dedim.Gözüme ilişen ilk kitap Koza Kelebeği Bilmez oldu.Kitabı aldım.Otobüse bindiğimde kitabı okumaya başlamak için çantamdan çıkardım.Kapağını açmam ile birlikte tüylerim diken diken oldu.

Kitabın kapağında şöyle yazıyordu : "Sevgili oğlum Can'a ömür boyu mutluluklar dilerim.Seni çok seviyoruz.Baban."

Elbette çok duygulandım,tam da bu bir tesadüf mü derken değer verdiğim,sevdiğim bir arkadaşım bunun bir mesaj olduğunu söyledi.Öznemiz,nesnemiz daha doğrusu tümden fiiliyatımız kitabın adına da ne kadar uygun oysa.Koza kelebeği bilmez.Baba oğlunu bilmez,tanımaz.

Bir tesadüf müydü yoksa bir mesaj mıydı bilemiyorum.Lakin etkileyici bir anı olarak hafızamda yer etti.

18 Temmuz 2014 Cuma

Hrant Dink ve Agos

Fatih Pınar'ı ilk kez Şefik Ağabey adlı fotoröportajını izledikten sonra tanıdım.Hep aklımın bir kenarında kalmıştır Şefik Ağabey,yıllar önce İstanbul'a gelmiş,mutlu bir evliliği olduğunu söyleyen,en büyük hayali ise Van Gölü kenarında kendine bir ev yapmak olan bir adamdır o.

Fatih Pınar bu sefer ölümünün yedinci yılında Hrant Dink ve Agos'u anlatan bir video hazırlamış.İzlemekte fayda var.

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Kurtlu Kuyu

günaydın memur bey
uzun zamandır hasretim
hem güneşten hem tenimden,nefesimden
mahrumum hepsinden

günaydın memur bey
simsiyah bir çukur tıkıldığım,sıkıldığım
kemiklerimi saydırdığım

dünya yıkıldı ben giderken
erimiş cesedim ne fayda
ıslak yağmuru emdim de 
kurtlara karıştım...

sakin 

Sinek İlacı Arabası

Bugün mahalle aralarında gezerken sinek ilacı arabasına rastladım.Ama sistem pek eskisi gibi değildi.Çocukluğunu doksanlı yılların sonu ve iki binli yılların başında geçirenler bilir.Yaz akşamları hava karardıktan sonra belirli saatlerde,taka tuka sesler çıkaran bir sinek ilacı arabası dolanırdı kasabamızda.Mahalleden geçeceği vakti beller,geniş olan kasasının arkasına bütün çocuklar doluşur,tüm kasabayı turlardık.

Artık sistem modernleşmiş,arabalar hızlanmış ve ufalmış.Çocuklar sinek ilacı arabasının ardından koşturmaz olmuş.Beş-on yıl bile neleri alıp götürebiliyor adetlerimizden,çocuklarımızın elinden.

15 Temmuz 2014 Salı

Kill Your Darlings













"Bazı şeyleri bir kere sevdiğiniz zaman sonsuza kadar sizin olurlar.Ve eğer gitmelerine izin verirseniz dönüp dolaşıp size geri dönerler.Kimliğinizin bir parçası olurlar.Ya da sizi mahvederler."

Ünlü eşcinsel şair Allen Ginsberg'ün ağırlıklı olarak işlendiği filmde,1944 yılında Beat Kuşağı öncülerinin ortaya çıkışları,hayatları ve hayatlarına dair komplike olan her şey anlatılıyor.Lucien Carr'i canlandıran Dane Dehaan ise oldukça başarılı.Daha önce In Treatment'ta hayranlıkla seyrettiğim oyuncu,gerçekten iyi bir iş çıkarmış.

Şair Allen Ginsberg rolündeki Daniel Radcliff'in ise kimi olumsuz eleştirileri hak etmediğini düşünüyorum.Özellikle aşık olduğu adam Lucien'e veda sahnesinde gösterdiği performans oldukça etkileyiciydi.

Filmde yer alan eşcinsel ilişki sahnelerinin ise abartılı olduğunu düşünmüyorum.Lucien Allen'a veda ederken,artık kendisinden bağımsız olmasını dikte edici bir konuşma yapıyor.Allen ise önüne gelen ilk fırsatı değerlendiriyor.Bunun onu bağımsızlaştıran en önemli nokta olduğunu düşünüyorum.Sevdiği insana bağımlı yaşayan insanların,ilişkilerinde büyük bir kırılma noktasına ihtiyaçları vardır.İkili ilişkilerde dahi özgürlük ancak bağımlılıktan geçer.

David'in Lucien'e olan aşkı da ilgimi çeken kısımlardan biriydi.

Heyecan verici,başarılı bir yapımdı.Sanırım artık Allen Ginsberg'in şiirlerini okuma zamanı geldi.Unutmadan,okunacaklar listesinin devamında "Ve Hipopotamlar Tanklarında Taşlandılar" da olacak elbette.

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Orgel Kontu'nun Balosu















Raymond Radiguet Can Yayınları tarafından "Fransız edebiyatının harika çocuğu" olarak tanımlanmış. 1903 yılında dünyaya gelen yazar 1923 yılında tifo tarafından öldürülmüş.1989 yılında Can Yayınları tarafından basılan "Orgel Kontu'nun Balosu" adlı eseri oldukça dikkat çekici,güçlü.Yazarın bunun dışında İçimizdeki Şeytan adlı bir romanı ve bir de şiir kitabı bulunmakta.

Dönem Fransasını hem politik hem de sınıfsal açıdan irdeliyor Orgel Kontu'nun Balosu adlı eserinde.Soylu sınıf arasındaki samimiyet-samimiyetsizlik ve aşk üzerine yazan sanatçının satırları su misali akıp gidiyor.

Yazar arkadaşı Jean Cocteau ile aralarında güçlü bir ilişki var.Bu bir dostluk mu yoksa bir aşkı mı nitelendirmek güç.Üzerinde daha fazla araştırma yapmadan kesin bir şey söylemek de pek doğru olmaz.Yazar,hayata gözlerini yummadan önce şöyle sesleniyor havaya: "Ortalıkta dolaşıp duran bir renk ve bu rengin içine gizlenmiş birileri var."

Orgel Kontu'nun Balosu'nu okurken sanki yazarın beni hissettiğini ve bundan mutluluk duyduğunu düşledim.Her kitapta böyle hissetmem.

Kitaptan bir alıntı ile bitirmek istiyorum yazımı :

"Üç kişi arasındaki bu ilişkide her şey pek alışılmamış,yüce bir dünyada geçiyor gibiydi.Ama her zamanki tehlike daha da büyüktü bu dünyada.Çünkü herkes gibi onlar da bu değişmiş,soylu kılığıyla tanıyamıyordu bu tehlikeyi.Kaç kez Saint-Cloud'dan ya da çevresinden dönüşte Boulogne ormanından geçerken Madam d'Orgel ve François de Seryeuse,aynı şeyleri düşündüklerinden habersiz,birlikte uzun bir yolculuk yaptıklarını ve kuytu ormanları birlikte geçtiklerini hayal etmişlerdi."

R.Radiguet

13 Temmuz 2014 Pazar

Hastane Güncesi 3

Hastane komşumuz tombul manken Fatma teyzenin maceraları tüm hızıyla devam ediyor.Bugün öğle üzeri ziyaret saatinde Fatma teyzenin akrabaları gelmiş.Onlar da hastanenin bahçesine çıkalım da orada oturalım demişler.Kaldığımız hastanenin yanında psikiyatri servisi var.Bizim bölümün bahçesine çıkıyoruz diye psikiyatri bölümümün bahçesine gitmişler.Film burada kopuyor işte.

Psikiyatri servisinde yatan hastalardan biri ellerini açmış 'babaanne babaanne' diye koşarak Fatma teyzeye sarılmış.Fatma teyze de ne olduğunu anlamamış.O sırada içeri giren güvenlik görevlileri Fatma teyzeyi ve akrabalarını dışarı çıkarmak durumunda kalmış.Apar topar dışarı taşınan Fatma teyze işin aslını öğrenince kendine gelebilmiş ancak.

Fatma teyzenin başına gelenler dillere destan vallahi.Ömürlük kadın vesselam.Neşesi hiç mi hiç bozulmasın.

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Develerle Yaşıyorum




















Uykumdan feragat edip ders çalıştığım bu gece,iki satır arası Agos'u karıştırayım dedim.Cem Köklükaya'nın yazısı dikkatimi çekti.Hemen ok
umaya başladım ve Gaye Su Akyol ile tanışmış oldum.İyi ki tanışmışım,Develerle Yaşıyorum adlı albümünü ve sanatçıyı çok ama çok beğendim.


Cem Köklükaya gibi kavun rakı mevcut değil yanımda lakin şort ve beyaz atlet imajının da Develerle Yaşıyorum'un bir yerlerinden sırıttığını düşünmekteyim.Hatta eminim.Uzun uzadıya anlatmak yerine sanatçıyı Cem Köklükaya'nın kaleminden okumakta yarar ve ısrar var.

Hastane Güncesi 2

Bugün de keyifli geçti.Hastanenin bahçesi çok güzel,her gün öğle yemeğinden sonra oraya yürüyüşe çıkıyoruz.Antrenman yapıyoruz ve sohbet ediyoruz.Öğle kahvelerimizi bahçede içtikten sonra tombul teyze salona çay içmeye çağırdı yine.Fatma teyze çay istemiş bir demlik.Ee hal böyle olunca tüm tatlı teyzeler üzerlerinde renk renk pijama takımları gökkuşağı misali yerleştiler salona.Bir demlik çay tükendi.Teyzenin biri gelininden yakındı.Diğerinin oğlu yeni boşanmış ona dert yanıyordu.Birinin oğlu ziyarete gelmiş onu anlatıyordu.

Elbette bomba yine tombul manken Fatma teyzemden geldi.Oda arkadaşı bana telefonunu uzattı.Fatma teyzenin telefonunda Arafat diye bir ilahi varmış.Onu bana atıver dedi.Fatma teyzenin telefonunu açınca gülmekten yerlere yattim.Ekrana kendi fotoğrafını koymuş.Herkese tek tek gösterdim bir kahkaha sardı yine ortalığı.Herkes torun tombalağının resmini koyar sen kendi fotoğrafını koymuşsun ilahi Fatma teyze dediler.Fatma teyze de durur mu,"manken gibiyin be ya koyacam tabi kendi futomu uraya" deyince herkesi yeni bir kahkaha rüzgarı sardı.

Nihayetinde bir gün de böyle tatlı bir şekilde sona erdi.Her şeye rağmen gülebiliyoruz,sanırım en büyük erdem bu.

11 Temmuz 2014 Cuma

Her Melek Korkunçtur

Ansızın kollarını göğe doğru kaldırdı,ellerini bir orkestra şefi gibi sallayarak şöyle dedi : "Ve sonra hayata şükrediyorum ! Ağaçlara,çuha çiçeklerine,boraya,üveyiklere ve serçelere,çocuklara,otlara şükrediyorum ve tümünü kutsuyorum ! Çünkü her şey kutsaldır ve bir lütuftur."

Susanna Tamaro

Hastane Güncesi

Sabah erken uyandıktan sonra biraz alışveriş yapıp annemi ve teyzemi ziyarete gittim.Tombul teyzeye bir çay ısmarladım öğle vakti.İkindiye doğru da o çay demlemiş,yanımıza geldi.Bir güzel sohbet,keyif yaptık.

İkindi sonrası ise Fatma teyzenin başına gelenlere gülmekten kendimizi alamadık.Tombul manken Fatma teyze takma dişlerini fizik tedavi odasında unutmuş bugün.Yanımızda otururken aklına geldi,bir bağırış bir inleme.Ne olduğunu şaşırdık.Fatma teyze yerinden kalkıp koşmaya başladı.Abe benim dişler odada kaldı be ya,ya birin takıp da giderse benim dişleri aman koşayım da alayım be ya ! Elbette hepimiz gülmekten yerlerdeyiz bu sahnenin sonunda.

İstanbuldaki yaşantımı düşündüğümde her şey çok soğuk,çok Avrupai nasıl desem çok lüks geliyor.Anadolunun bilmediğiniz bir şehrinde,tanımadığınız Anadolu insanı bir anda çay demledim sana deyip kapınızda bitiveriyor.Yüzüne yayılan esmer gülüşünün yanında,bir sürü bisküvi ile ikindi vakti çene çalmaya geliyor.Heybetli teyzelerin hamarat kızları evde haşhaşlı yapmış ziyaret saatine yetişmek için küçük çocuklarının kolundan çekiştire çekiştire hastaneye geliyor.Haşhaşlılar yetişiyor,bahçede sefa yapılıyor.Yok,hiçbir zaman Anadolu insanımızı Avrupa insanına değişmeyeceğim.

"ölümlü dünya ölümlü insan
ha alim olsan ha zalim olsan..."

10 Temmuz 2014 Perşembe

Mezarlık Kitabı

Fantastik okuduğum zaman bir süreliğine gerçek dünyadan ayrılıyorum.Kendi dertlerimi unutup kitabın bücür kahramanının içinde yaşıyorum.Böylece aslında zihnim dinlenmiş oluyor.Elbette bir süreliğine.

Kitapçıda Neil Gaiman'ın kitabını görünce bir yerlerden hatırladığımı düşündüm.Mezarlık Kitabı.Hiç de yabancı gelmedi.11-12 yaş öğrencilerinin eğiticiliğini yaptığım için biliyorum,çocuklar sürekli fantastik okuyorlar.Birinin elinden onlarcasına yayılıyor kitaplar.
Hal böyle olunca çocuklar benimle sürekli fantastik kitaplar üzerine konuşmak istiyorlar.Onlara ayak uydurmaya çalışıyorum.

Mezarlık kitabının baş karakteri Nobody Owens.Minik Nobody'nin ailesi henüz o bir bebekken katledilir.Nobody de öldürülecektir ama kader bu ya,evlerinin civarındaki mezarlığa sığınır.Sonrasında ise macera başlar.Ölüler diyarının kapısı açılır ve Nobody burada kendine bir yer bulur.Hem ölülerin dünyasında yaşar,hem de ölümlülerin.

Mezarlık Kitabı ve diğer tüm fantastik eserlerin çocuklar ve gençler için olduğunu düşünmüyorum.Her yaşta hayal etmeyi öğrenmeliyiz.İş gerçek dünyaya geldiğinde kaçmanın bazı yolları olmalı.Okumak,hayal kurmak bunlardan en mühim olan kaçış yolu bence.

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Bilmediğimiz Şehirler,Yaşamlar ve İnsanlar

Bilmediğimiz bir şehirde bilmediğimiz insanlar arasındayız bir süredir.Aksi ya,koca sene tatil planları yapmıştık.Bu kadar uzun bir zaman dilimini hastanede geçireceğimizi,ayların ayları kovalayacağını bilemezdik.Oysa ilk kez,ilk maaşımla tatile gidecektik.Hayatında hiç tatil yapmamıştı.Sözüm vardı.

Olsun,şimdi de bilmediğim bir yerlerden yazıyorum.Ama mutluyum,mutluyuz.Fatma Teyze var hastane komşumuz,çok eğlenceli bir kadın.Bütün gün hastane koridorlarında çene çalıyoruz,kendisi yetmiş yaşını devirmiş olsa da manken olmaya kararlı.Şu hastaneden bir çıkayım en pahalı yerlerden sosyetik kıyafetler alacağım diyor.

Sonra bir tombul teyze daha var,bahçe sohbetlerimiz sırasında sürekli bana sigara uzatıyor.Ben,sigaraya başlatacağım seni bak gör diyor.Annem de çok memnun arkadaşlarından,yeni insanlar tanımaktan.

Hayat hep bilmediğimiz yerlere sürükleniyor.Erken geliyor hüzün.Yanında bizim yarattığımız ufak mutluluklar da olmasa çekilir dert değil.Eskiyi düşünmüyorum artık.Çünkü yeni hayatımız çok daha güzel olacak.Hep mutlu olacağız.

1 Temmuz 2014 Salı

Broken Pieces

it's too late now
to stop the process
this was your choice
you let it in
this double life you lead
is eating you up from within
a thousand shards of glass
you pushed beneath my skin
left me lying there to bleed


Apocalyptica & Lacey Sturm